Yönetmen ve senarist Belkıs Bayrak, Türkiye’de yönetmenlikle ilgili çok fazla "tabu" bulunduğunu, ilk filmini çekecek yönetmenin ise bunlardan uzaklaşıp özgün bir yol çizmesi gerektiğini belirterek, "Ülkemizdeki usta yönetmenlere bakıyorum, kendisinden sonraki kuşaklara ne aktarabildi ya da bu birikmiş kümülatif şeyi en azından bir enstitü olabilir veya sinemaya erişimi kolay olmayan bir şehirde bir şey yapmak olabilir, maalesef bunların hiçbiri yok. O zaman şöyle oluyor, bir grup kafası karışık genç ne yapacaklarını bilmiyorlar." dedi.
Bayrak, AA Akademi koordinasyonunda, Anadolu Ajansı (AA) Dış ve Ekonomi Haberleri Yayın Müdürü Barışkan Ünal'ın moderatörlüğünde düzenlenen Sinema Atölyesi'nde, Türkiye'deki sinema sektöründen kadın yönetmen olmaya, filmlere finansal destek bulma zorluklarından genç sinemacılara tavsiyelere, birçok alanda soruları yanıtladı.
Türkiye’de yönetmenlik ve film çekmeye dair "çok fazla tabu" olduğunu belirten Bayrak, "Örneğin, Türkiye'deki set alışkanlıklarında daha hiyerarşik bir yapı var. Yönetmen daha çok sanki çevresine belli ricalarda bulunan, bunların gerçekleşmesini bekleyen, gerçekleşmediğinde ekipler arası tansiyonun oluştuğu bir yer gibi. Başka yönetmenlerin film yapma biçimlerinde set sürecine daha çok bir tapınağa, mabede girme, kutsal ana şahit olma özeniyle yaklaştığını görüyorum." diye konuştu.
İlk yönetmenlerin "taşra hikayesi" gibi basmakalıp temaları ve film seti tabularını bir kenara bırakıp kendi özgün yolunu bulması gerektiğini aktaran Bayrak, "Bu yola adım atacak arkadaşların kesinlikle bu tür bariyerlerde, yani 'nasıl kolay çekerim, nasıl kolay para bulurum, nasıl onları ikna edebilirim' konusuna hiç bakmadan kendi içlerinde dönüp dönüp hatırladıklarında yüreklerini acıtan, canlarını yakan mesele neyse, o meseleyi karşılarına alıp bir hesaplaşma süreci yaşayıp inandıkları bir hikayeyle yola çıkmalarını tavsiye ederim. Çünkü siz inanırsanız devamlı geliyor." ifadesini kullandı.
Yönetmen Bayrak, sinema öğrencilerinin de "yönetmen olmak" gibi tek hedefle hareket etmemeleri gerektiğine işaret ederek, şunları kaydetti:
"Sinemanın her alanı gerçekten bir artistik üretim. Şu duygu bana çok acıklı geliyor: Yönetmen olmak istemiş, sektöre atılmış ama sonrasında kurgu, sanat, ses alanlarına yönelmiş. Aslında baştan bunu hedeflemek mümkün. Çünkü bu alanlarda gerçekten çok fazla artistik insana ihtiyaç var, çok yoğun talep var ve bu alanlar sadece Türkiye'ye has değil, dünyanın birçok ülkesinden gelip burada çalışmak isteyen birçok prodüksiyon firması var. O yüzden sinemaya çok geniş bir perspektiften bakmak, bu perspektife festivalleri dahil etmek, fonları dahil etmek lazım. Mesela üniversitede sinema televizyon okurken birisinin festival programcısı olmayı da hayal etmesi ve hedeflemesini isteriz. Buralar sanki bir B planı gibi algılanıyor ama sinema dediğiniz şey hep birbirini tümden iyileştiren bir şey. İyi bir festivaliniz olmalı ki filminizi gösterdiğinizde o güzel deneyimi yaşayabilesiniz. O yüzden naçizane tavsiyem, bir bilgiyle bir hedefle koşmaktan ziyade bütün bu alanları düşünüp, değerlendirip, mümkünse üniversitede okurken stajlarla deneyimleyip, bunların içerisinden ne istediğine sonra karar vermek çok daha az yıpratıcı ve acılı olur."
Türk sinemasında önceki kuşakların bilgi paylaşımına açık olmadığı eleştirisini getiren Bayrak, "Ülkemizdeki usta yönetmenlere bakıyorum, kendisinden sonraki kuşaklara ne aktarabildi ya da bu birikmiş kümülatif şeyi en azından bir enstitü olabilir veya sinemaya erişimi kolay olmayan bir şehirde bir şey yapmak olabilir, maalesef bunların hiçbiri yok. O zaman şöyle oluyor, bir grup kafası karışık genç ne yapacaklarını bilmiyorlar." dedi.
Yönetmen Bayrak, kadın yönetmenlerin başarısının, kadın konusunu anlatmalarına bağlanmasını da eleştirirerek, "Filmin artistik yönünün göz ardı edilmesi ve bir kadın yönetmen ile bir kadın hikayesine indirgenmesi, ki ben mesela bir sonraki filmimde bir erkek başkarakter anlatacağım, o zaman neyi konuşacağız. O kısıtlama bana şık gelmiyor. Mesela onu hissettiğim zaman, “Kadın yönetmen ve kadın konusu dediğimde, mesela erkek meslektaşlara da erkek yönetmen ve bir erkek çekmek diye bir soru sormuyorsanız, rica ediyorum bana da bunu sormayın, başka bir şeyi konuşalım.” diyorum. Ama şunu konuşacaksak, kadın olarak sektörde üretmenin zorlukları, kadın dayanışmasının gerçekten nerede nasıl olduğu, bunlar kıymetli. İkincisi, kadın tanımından ziyade aslında incelik, nezaket, empati kavramı bence daha önemli." değerlendirmesinde bulundu.
Bayrak ayrıca, "Ben dünyanın hiçbir yerinde 'muhafazakar' bir yönetmen olduğumu hissetmedim ama Türkiye'de iliklerime kadar hissediyorum. Çünkü burada benimle filmimin arasındaki o kavga, Türkiye'de olmaktan sebep süregeliyor. Ama başka bir yerde olduğunuzda ne ben onu hissediyorum ne de bunun kendisiyle ilgili bir soru ya da bir tavırla karşılaşıyorum. Orada bir tırnak içinde yedinci sanat dendiği için bir sanat eseri var ve burada bu eserin başında bir üretici ve bir ekip var ve işin kendisine dair bir konuşma yapılıyor. Ama Türkiye'ye geldiğimizde o konuşmanın seyri sürekli bir (film ile yönetmen arasında) mekik dokuma halinde ilerliyor. Ama ben bunu çok keyifli buluyorum. Bence bu eğlenceli, bu egzersiz lazım. O yüzden bunu negatif bir şey veya problem gibi görmüyorum." açıklamasını yaptı.
Dünyada bağımsız sinema yapım koşullarının zorlaştığını da değinen Bayrak, "Bir set kurmak istediğinizde rekabet ettiğiniz koşullar çok farklı. Fakat sektörün sizden beklentisi aynı çünkü o insanlar hayatlarını bundan idame ediyorlar. Bazı meslek birlikleri çalışma koşullarını, tarifelerini duyuruyorlar ama orada bağımsız sinema, platform veya reklam ayrımı yapmıyorlar. Öyle olduğunda oradaki bütçelerle sizin kamu fonları ve birkaç küçük sponsorla rekabet edemez hale gelebiliyorsunuz." ifadesini kullandı.
Söyleşinin ilgili bölümü şöyle:
- "Türkiye’de yönetmenlikle ilgili çok fazla tabu var"
Barışkan Ünal: İlk yönetmenler için sektöre girmek zor mu, hangi süreçleri gerektiriyor, nasıl başardınız?
Belkıs Bayrak: Sektöre girdiğinizde Türkiye’de yönetmenlikle ilgili benim gözlemlediğim çok fazla tabu var, bir yönetmen, senaryo, set nasıl olur, bu soruyu istediğiniz kadar çoğaltabilirsiniz, ama ilk yönetmenlikte bunların hepsini bir kenara bırakıp sizin gerçekten özgün bir yol bulmanız gerekiyor. Bu özgünlük sadece projenin kendisine ait değil. Bana göre her film baştan sona bir tasarım. Ön hazırlığı, yazımı, çekimi, post prodüksiyonu, bütün bu aşamalar aslında bu filmin tasarımının içerisinde birbiriyle uyumlu olması gerekiyor. Başlangıçta en büyük zorluğu orada yaşadım. Yani burada bir çalışma, set kültürü var ama benim kafamda hayalini kurduğum kültür, o ezberin dışında bir yerde. O yüzden de bütün süreçte hep bu yolu ve bu çalışma kültürünü benimle birlikte taşıyabilecek arkadaşlarla çalışmaya gayret ettim. Bu konuda çok şanslıydım. Baştan sona bütün süreçte gerçekten çok güzel ekip arkadaşlarıyla ilerledim. Şimdi o kültürün onlarda da olduğunu ve devam ettiğini de görüyorum.
Barışkan Ünal: Bir röportajınızda diyorsunuz ki "Çok fazla mitler var yönetmenlik, film çekmekle ilgili." O zaman biraz daha açarsak mitler neydi, nasıl kırdınız?
Belkıs Bayrak: Mesela senaryo yazdığınızda kaç sayfa sorusuyla karşılaşıyorsunuz ama sinema sayfadan çok bağımsız. Şöyle bir psikoloji oluyor: 70 sayfa bir senaryo yazdıysanız bu kötü bir şey, 120 sayfa yazmanız gerekiyormuş gibi. Ama işin prodüksiyon tarafına baktığınızda 120 sayfa demek, sizin bir veya iki hafta daha film çekimi yapmanız demek ve aslında film öyle ölçülebilir bir bilgi değil. Bu mesela set öncesi verebileceğim bir örnek. Sete dair örnek de vereyim. Türkiye'deki set alışkanlıklarında daha hiyerarşik bir yapı var. Yönetmen daha çok sanki çevresine belli ricalarda bulunan, bunların gerçekleşmesini bekleyen, gerçekleşmediğinde ekipler arası tansiyonun oluştuğu bir yer gibi. Başka yönetmenlerin film yapma biçimlerinde set sürecine daha çok bir tapınağa, mabede girme, kutsal ana şahit olma özeniyle yaklaştığını görüyorum. Mesela biz sette klaket kullanmadık. Çünkü klaketin varlığı bile aslında şu anda bir şey başlıyor duygusunu, hiyerarşiyi gösteriyor. Klaket kullanmamak bile setin içerisinde başka bir denge, üslup yaratıyor. Bunlar çok küçük şeyler ama filmin dünyasında haftalarca yoğun çalışma koşullarında oluyorsunuz, klaketin olmayışı bile sete nezaket ve yumuşaklık getirebiliyor.
- "Erkek meslektaşlara da erkek yönetmen ve bir erkeği çekmek diye" sorulmaması
Barışkan Ünal: Türkiye'de sektörde kadın yönetmen olmak, kadın yönetmen olarak film yapmak, sektörde var olmak zor mu?
Belkıs Bayrak: Zor ve bence problemli. Çünkü burada bazen jest yapayım derken tam ters bir etki de olabiliyor. "Kadın yönetmen çok başarılı, kadın tacizini anlattı." denilebiliyor ama burada bir yönetmenlik var. Sonuçta bu konuyu alıp çeken birçok insan, film var ama bu filmin bu karşılığını bulmasının arkasında demek ki bir şey var. Filmin artistik yönünün göz ardı edilmesi ve konunun bir kadın yönetmen, bir kadın hikayesine indirgenmesi, ki ben mesela bir sonraki filmimde bir erkek başkarakter anlatacağım, o zaman neyi konuşacağız. Biraz o kısıtlama bana şık gelmiyor. Mesela onu hissettiğim zaman, "Kadın yönetmen ve kadın konusu dediğimde, mesela erkek meslektaşlara da erkek yönetmen ve bir erkek çekmek diye bir soru sormuyorsanız, rica ediyorum hani bana da bunu sormayın, başka bir şeyi konuşalım." diyorum. Ama şunu konuşacaksak, kadın olarak sektörde üretmenin zorlukları, kadın dayanışmasının gerçekten nerede nasıl olduğu, bunlar kıymetli.
Barışkan Ünal: Kadın dayanışması var mı peki?
Belkıs Bayrak: Burası çok başka bir konu. Ben de burada kadın meslektaşlarıma göre biraz ayrıksız duruyorum. Çünkü şöyle düşünüyorum, dünyanın yarısını paylaşıyoruz erkeklerle ve tamamen bir şeyi karşınıza alarak ve steril bir dünya kurarak bir şey yapamazsınız. Mesela bir meslektaş "Ben tamamen kadın çalışanlardan bir set kurdum ve böyle film çekiyorum." dedi. Dedim ki "Böyle olmaz." Çünkü setten sonra hayata karıştığın anda her şey yarı yarıya. Yani bunun kendisi problemli. İkincisi, kadın tanımından ziyade aslında incelik, nezaket, empati kavramı bence daha önemli. Bunu bir cinsiyete ayıramayız. Çünkü kadınlara düşmanlık yapan kadınları o zaman ne yapacaksınız? Ben orada daha çok bir arada çalışmak ama bir kadının var olduğu ortamdaki nezaketi gözeterek çalışmanın, bulunduğumuz yerde o inceliğin, o nezaketin olabilmesi, empatinin olabilmesi bu bana daha mümkün, daha sürdürülebilir geliyor.
- "Türkiye'de iliklerime kadar hissediyorum"
Barışkan Ünal: Peki bunu iki katmanlı olarak sorarsam; hem kadın yönetmen hem de muhafazakar bir kadın yönetmen olmak sektörde bir zorluk mu, yoksa farklı bir perspektifle avantaj sağlıyor olabilir mi?
Belkıs Bayrak: Bence bu kısmı biraz kendime dışarıdan bakmakla ilgili. Bence insanların öncelikle yönetmen olarak bana dair bir fikir oluyor. Sonra filmi izliyorlar, filme dair bir fikirleri oluyor. Sonra bunların kendi arasında bir ilişki kurma süreci oluyor. Bu da kişinin hayata baktığı yerle, zihninin ne kadar açık olup olmadığıyla ilgili. Ben dünyanın hiçbir yerinde 'muhafazakar' bir yönetmen olduğumu hiç hissetmedim ama Türkiye'de iliklerime kadar hissediyorum. Çünkü burada benimle filmimin arasındaki o kavga, Türkiye'de olmaktan sebep süregeliyor. Ama başka bir yerde olduğunuzda ne ben onu hissediyorum ne de bunun kendisiyle ilgili bir soru ya da bir tavırla karşılaşıyorum.
Barışkan Ünal: Daha çok yönetmen perspektifinden bakılıyor.
Belkıs Bayrak: Orada bir tırnak içinde yedinci sanat dendiği için bir sanat eseri var ve burada bu eserin başında bir üretici ve bir ekip var ve işin kendisine dair bir konuşma yapılıyor. Ama Türkiye'ye geldiğimizde o konuşmanın seyri sürekli (film ile yönetmen arasında) bir mekik dokuma halinde ilerliyor. Ama ben bunu çok keyifli buluyorum. Bence bu eğlenceli, bu egzersiz lazım. Yani her alanda bize lazım. O yüzden bunu negatif bir şey veya problem gibi görmüyorum. Açıkçası bu benimle ilgili bir konu da değil, bu herkesin kendi zihni ve hayata bakışıyla ilgili bir şey.
- "Dünyada bağımsız sinemanın yapım koşulları zorlaştı"
Barışkan Ünal: Fonlardan bahsettiniz, ilk filmler, ikinci filmler için fon bulmak kolay mı?
Belkıs Bayrak: Bence her filmde her şey yeniden başlıyor. Çünkü birincisi bence her filmin kaderi var. Ben ona inanıyorum. Siz ne yaparsanız yapın, akmak isteyeceği bir dere yatağı var ve oradan akıyor. İkincisi, bir filmi çektikten sonra ikinci filme başlamanın bir beklentisi oluyor. Ama sektörde "yönetmen olmak değil kalmak önemli" diye bir söz vardır. İlk filmini çekip sonra bir daha film çekemeyen meslektaş sayısı oldukça yüksek. O yüzden şu ara zorlu bir süreç. Hem yapım koşulları hem de psikolojik olarak tekrar kendinizi o yolculuğa hazır hale getirmek adına.
Aslında genel olarak şu an dünyada bağımsız sinemanın yapım koşullarının zorlaştığını duyuyoruz. Avrupa'da görüştüğümüz meslektaşlarımız da onu söylüyorlar. Artık film fonlarından başvuru yapmak istediğimizde daha az bütçeler alabiliyoruz. Bunun yanında platformların üretimi, sektörü bambaşka bir yerden domine ediyor. Bu domine etme sadece üretim anlamında değil, bir set kurmak istediğinizde rekabet ettiğiniz koşullar çok farklı. Fakat sektörün sizden beklentisi aynı çünkü o insanlar hayatlarını bundan idame ediyorlar. Bazı meslek birlikleri çalışma koşullarını, tarifelerini duyuruyorlar ama orada bağımsız sinema, platform veya reklam ayrımı yapmıyorlar. Öyle olduğunda oradaki bütçelerle sizin kamu fonları ve birkaç küçük sponsorla rekabet edemez hale gelebiliyorsunuz. Bu durumda ekip kurmak zor oluyor. Sadece mesele fonu bulmak olmuyor. Fonu bulduktan sonra da insanları sinemaya inandırmanız, ikna etmeniz gerekiyor. Ama neyse ki bütün bu işlerin yanında sinema yapmayı seven ekipler çok, onlarla birlikte ilerleyebiliyoruz.
Barışkan Ünal: Fon kısmında nasıl adımlar atılabilir?
Belkıs Bayrak: Şimdi bir kolay olan yol var. Bir taşra hikayesi yazarak, köyde, kasabada geçen hikaye yazarak fon olabilirsiniz, hikayeniz kolaylıkla destek alabilir, yapım koşulları güzelce ilerleyebilir.
Barışkan Ünal: Neden, taşra ağırlıklı olduğu için mi bağımsız sinema?
Belkıs Bayrak: Son 15-20 yıldır böyle ama bana göre zehir. O bizim geçmişimizde kaldı, bugünün gerçekliğinde değil ama kolay. Bana onu söyleyen çok oldu. Dediler ki "Köyünde bir şey çekseydin, şimdi bu kadar niye uğraşıyorsun?" ve bunun inanın filmlerin bütçesiyle alakası yok. Hala şu anda yaşayan çok büyük yönetmenlerin filmlerine baktığınızda hala bir yerde geçiyor. Ben bundan çok sıkılmıştım. Çünkü dünyanın başka yerlerinde filmleri izlediğimde mekanlar, ülkeler, yollar, zamanlar... Biz böyle gidiyoruz, bir yere sıkışıyoruz ve bütün her şeyi orada anlatmaya çalışıyoruz. Bu arada bu anlatının kendisini asla küçümsemiyorum fakat bir tek tipe dönüşmesi probleminden bahsediyorum.
O yüzden bence bu yola adım atacak arkadaşların kesinlikle bu tür bariyerlerde, yani "nasıl kolay çekerim, nasıl kolay para bulurum, nasıl onları ikna edebilirim" konusuna hiç bakmadan kendi içlerinde dönüp dönüp hatırladıklarında yüreklerini acıtan canlarını yakan mesele neyse o meseleyi karşılarına alıp bir hesaplaşma süreci yaşayıp inandıkları bir hikayeyle yola çıkmalarını tavsiye ederim. Çünkü siz inanırsanız devamlı geliyor. Ben ilk filmimi çektim, iki ülke arasında çektik Türkiye ve Kosova. Gerçekten filmi çekene kadar, hatta çektikten sonra bile "Onu nasıl çekti?" cümlelerini duydum sektörden. Konu bu değildi, konu benim inandığım bir şey vardı, ben karakter bir yerleri aşsın, yolları aşsın, izleyici de aşsın istiyordum. Bu küçük şey, mekan kısıtlaması bile zihninde yazarın kendisinde problem olabiliyor. O yüzden bunları unutup sadece bir film, hatta o filmi de perdede izliyormuşçasına hayal edip ona çalışmalarını tavsiye ediyorum.
Barışkan Ünal: O yüzden mi Gülizar'ı da taşradan şehre değil de başka ülkeye giden bir karaktere dönüştürdünüz, taşra algısını kırmak için?
Belkıs Bayrak: Evet. Bir de şöyle: Bir insanın taşrada yaşaması ya da daha suskun olması, onun daha az becerikli olduğu anlamına gelmiyor. Sonuçta benim hayatımda, akrabalarımda, çevremde böyle olan çok akıllı, çok saygıdeğer birçok insan var. Bizde sanki o suskun olma hali problemli gibi düşünülüyor. Ben bunun tersi olduğunu düşünüyorum. Bu tarz insanlar aslında daha gözlemciler. Konuşmadıkları zaman akıllı olduklarından konuşmuyorlar. Yani sürekli konuşmak, sürekli meydanda olmak bana daha problemli geliyor görsel olarak, o yüzden.
- "Bir film olabilmesi için ritminin, dünyasının oluşması çok önemli"
Barışkan Ünal: Senaryoyu yazarken karakterleri nasıl belirliyorsunuz, çıkış noktanız nedir?
Belkıs Bayrak: Günlük hayatın içerisinde bir şey çok ilginizi çekebiliyor. Kalbinize dokunabiliyor. Mesela kardeşim bir olay anlatmıştı, askerdeyken anlattı. Dizime vurduğumu hatırlıyorum. O kadar etkilendiğimi bildim ki kesin bununla ilgili benim başıma bir şey çıkacak duygusunu hissettim. Bir sene bekledim birbirimizi rahat bırakır mıyız konu ve ben diye ama öyle olmadı. Öyle olunca da bu sefer şöyle bir ilişkiye giriyorsunuz: Ben neden bu meseleden bu kadar etkilendim. Biraz da ona dair bir mesai harcayınca taşlar yerine oturuyor. Tamam bende demek ki böyle bir karşılık varmış, bu olaydan bu kadar etkilenmişim. Ama o arada bu dünya kurulurken, ikinci filmim için söylüyorum, John Keats'e denk gelmem, onun nişanlısına yazdığı bir mektupta "Parlaktan daha parlak bir söz istiyorum, adilden daha adil bir kelime" yazar. Bundan da çok etkilenmiştim ki filmimin adı şu anda oradan. Aslında dinlediğiniz müzik, okuduğunuz kitap, denk geldiğiniz cümle farkını varmadığınız şekilde birbiriyle eklemlenme haline giriyor ama genelde bir küçücük şey, yani orada bir levha çakma anı anlatmıştı kardeşim, onun görselliği ikinci filmin örülmesine sebep oldu.
Barışkan Ünal: O zaman senaryonuzu yazarken sadece metne mi odaklanıyorsunuz, yoksa aynı zamanda görsel dünyayı da mı kuruyorsunuz?
Belkıs Bayrak: Kesinlikle görsel dünyayı da kuruyorum. Hatta çok uzun süre sadece belli başlığı parçalar gözümün önünde oluyor. Bazen görüntü yönetmenimle oturuyorum ve ona diyorum ki, böyle bir ışık var, sadece bir ışık anlatıyorum, sonra bazı yapraklar, bazı ağaçlar, yeşiller ya da "Bence çok lacivert bir film olacak." diyorum. Sonra bu lacivertin altı doluyor. Görselini kurmadan bir hikayeyken asla yazmıyorum çünkü öyle olsa bir kitap olur. Bir film olabilmesi için ritminin, dünyasının oluşması çok önemli. O yüzden o aşamada uzun uzadıya bekliyorum. Senaryoyu okuyanlar genelde film izledik gibi diyorlar. Bence zaten senaryonun böyle olması gerekir.
Biraz bir illüzyon var, oraya değinmek isterim. Şöyle bir yanılgı olabiliyor, bir senaryo bir hikaye anlatıyor A noktasından B noktasına biz gidiyoruz, onu çekerken o bir anda bir filme dönüşüyor. Orada kamerası, kurgusu belli oluyor gibi ama asla öyle değil. Çünkü bütün ekipler sete girmeden önce onların okuduğu temel metin senaryo. O senaryoya bakarak sanat yönetmeni, bu yönetmenin mekan algısı böyleymiş, renk algısı böyleymiş diyor, kostüm tasarımcısı oradan bakarak karakteri çalışıyor. Kurgucu, hatta mesela filmin sonunda çalışacağınız ses tasarımcısına bile önden okutuyorsun. Diyor ki "Bu filmde şöyle sesler çok hakim". O yüzden senaryo bu anlamda diğer yazılım metinlerden ayrılıyor. Bunları sonraya bırakmak, işte o zaman birbirine benzeyen filmler biraz burada başlamış oluyor.
- "(Sinemada önceki kuşak) Genelde deneyimi anlatmama ve paylaşmama üzerine ilerliyor"
Seyirci sorusu: Biz genç bir nüfusa sahip ülkeyiz. Dünyaya çok açık ve ne yapacağını tam olarak kestirememiş genç kuşaktan bahsediyoruz. Sanki bu heyecanı, bu potansiyeli doğru noktalara ulaştıramıyoruz. Sinema sektörü bu anlamda genç kuşaklara destek oluyor mu ve yeni yollar açmak için kendi çabalarının dışında mentörleri veya onları yönlendirebilecek doğru isimler var mı?
Belkıs Bayrak: Bu birazcık bir önceki kuşağın bilgi paylaşımına ne kadar açık olup olmadığıyla başlıyor. Bence açık değiller. Herkesin biricik, kendisine ait bir deneyimi var ve genelde bu deneyimi anlatmama ve paylaşmama üzerine ilerliyor. Bunun motivasyonlarını tam olarak bilmiyorum çünkü açıkçası kendimi o kuşaktan görmüyorum. Ben daha genç kuşağa yakın bir yerde kendimi konumlandırmak istiyorum. Dünyada böyle değil. Mesela işte Rusya'da yönetmen Alexander Sokurov, Çeçenlerin bulunduğu bölgenin asimilasyona tabi olabileceğini, kendi kültürlerini kaybedebileceğini fark ederek çok büyük bir yatırımla oraya bir sinema okulu kuruyor. Kendisi Çeçen kökenli bir yönetmen değil ve o okulda gerçekten bir askeri disiplin gibi, çünkü o okulda okuyan yönetmenlerin röportajlarını izledim, inanılmaz bir sinema eğitimi görüyorlar. Bugün Kantemir Balagov diye bildiğimiz Çeçen asıllı yönetmen o okuldan mezundur.
Ülkemizdeki usta yönetmenlere bakıyorum, kendisinden sonraki kuşaklara ne aktarabildi ya da bu birikmiş kümülatif şeyi en azından bir enstitü olabilir ya da sinemaya erişimi kolay olmayan bir şehirde bir şey yapmak olabilir, maalesef bunların hiçbiri yok. O zaman şöyle oluyor: Bir grup kafası karışık genç ne yapacaklarını bilmiyorlar. Orada elimizden geldiğince irtibatta olmak, bilgide açık olmaktan başka bir şey yok. Burası birazcık bence kanayan yaramız. Bu da bizim bilgiye açık olmak, eleştiri yapma kültürümüz, bunu doğru inşa etmekten geçiyor.
Seyirci sorusu: Siz bir örnek verdiniz Kosova ile Türkiye arasında ortak bir film projesi. Şu an Türkiye'nin ulaşamadığı coğrafya neredeyse yok ve dünyadaki birçok ülkede de Türkiye çok özel olarak anılıyor. Bunu sinemada başarabileceğimiz bir döneme giriyor olabilir miyiz ve genç kuşaklar burada bu potansiyeli nasıl değerlendirebilirler?
Belkıs Bayrak: Bence bu çok mümkün ama biraz inatçı olmak gerekiyor. Mesela Gülizar'ın yapımında biz Kosova ile çalıştık ama post prodüksiyonunda ses tasarımı Romanya'dan, müzik Azerbaycan, renk Kosova ve kurgu Türkiye'den yapıldı. Bütün bu ülkelerden gerçekten çok iyi isimlerle çalıştık. Ama buna emek vermeniz gerekiyor, bunun peşinde olmanız gerekiyor. Yoksa tabii ki burada karşılaştığım soru: "Ne gerek var o kadar kendini hırpalamana? Burada yapıp bitirseydin kolayca." Orada iş biraz yönetmene düşüyor. Neden o kişiyle çalışmak istiyor, neden müziği orada yapmak istiyor, bunlar işte en başta söylediğim gibi, her film bir tasarım. Tasarım mantığıyla bakarsanız her şey mümkün oluyor. Bütün ülkelerle işbirliği yapabilirsiniz. Zaten o ülkeler de çok açıklar ve bir şeyler yapmak istiyorlar. Ama "Ben bir matematikle girerim, kameramı koyarım, çekerim, postumu yaparım, filmi bitiririm" diye bakarsanız bunlar sizin için çok ekstra iş yükü, çok ekstra maliyet. Anahtar kelime o, filme bir tasarım olarak bakmak.
(Ortak yapım) Bu her zaman yapımcılar için de bir motivasyondur. Çünkü her ülkeyi bir pazar olarak görülürse, ne kadar çok ülke filmin içine dahil olursa aslında o filmin dolaşımıyla ilgili önünüze o kadar seçenek olmuş oluyor.
- "Öğrencilik aşamasında bir yönetmen olma illüzyonu var"
Barışkan Ünal: Son olarak sinema öğrencilerine ve genç sinemacılara tavsiyeleriniz ne olur?
Belkıs Bayrak: Bence birazcık öğrencilik aşamasında bir yönetmen olma illüzyonu var. Ben bu illüzyondan kendilerini uzak tutmalarını öneririm çünkü sinemanın her alanı gerçekten bir artistik üretim. Şu duygu bana çok acıklı geliyor: Yönetmen olmak istemiş, sektöre atılmış ama sonrasında kurgu, sanat, ses alanlarına yönelmiş. Aslında baştan bunu hedeflemek mümkün. Çünkü bu alanlarda gerçekten çok fazla artistik insana ihtiyaç var. Çok yoğun talep var ve bu alanlar sadece Türkiye'ye has değil. Dünyanın birçok ülkesinden gelip burada çalışmak isteyen birçok prodüksiyon firması var. O yüzden sinemaya çok geniş bir perspektiften bakmak, bu perspektife festivalleri dahil etmek, fonları dahil etmek lazım.
Mesela üniversitede sinema televizyon okurken birisinin festival programcısı olmayı da hayal etmesi ve hedeflemesini isteriz. Buralar sanki bir B planı gibi algılanıyor ama sinema dediğiniz şey hep birbirini tümden iyileştiren bir şey. İyi bir festivaliniz olmalı ki filminizi gösterdiğinizde o güzel deneyimi yaşayabilesiniz. O yüzden naçizane tavsiyem, bir bilgiyle, bir hedefle koşmaktan ziyade bütün bu alanları düşünüp, değerlendirip, mümkünse üniversitede okurken stajlarla deneyimleyip, bunların içerisinden ne istediğine sonra karar vermek çok daha az yıpratıcı ve acılı olur.
(Bitti)
Yorumlar
Kalan Karakter: