Yassıada Adalet Divanı tarafından idama mahkûm edilen ancak cezası MBK tarafından ömür boyu hapse tahvil edilen Cumhurbaşkanı Celal Bayar 27 Mayıs'ı “fiili bir durum” olarak tanımlamakta-dır.295 Buna rağmen DP'liler de ihtilal tabirini kullanmaktadırlar. Ancak onlar ihtilali ya “haksız bir ihtilal” ya da “askerî darbe” anlamında kullanmaktadırlar. Yassıada'da mahkûm DP'lilerden Halil İmre haksızlık vurgusuna işaret etmektedir: Halksız demokrasiler gibi Halksız ihtilaller de vardır. Ankara ve İstanbul'da, birkaç taburda hazırlanan ihtilal ile halk kitlelerinin hiçbir alakası yoktur. Bu alakasızlık, ihtilalcilerin de başlıca korkusu olmuştur. Bu yüzden her tarafta ordu birlik ve mensupları ye el koyma, halkı susturma, gerekirse ve gerekenleri kamplara alma emri verilmiştir… Ve halkımız, istiklal ından beri, silahın, ancak düşmana çevrileceğini dedelerinden, babalarından öğrenmişlerdi. 700 milyona mal olsa bile 7000 subay, çocukluklarından beri hazırlanıp yetiştirildikleri mesleklerinden, bu halksız kalışın korkusu ile uzaklaştırılmışlardı. Ve halk, ancak, silahlar susup, silahlıların, bir kısmının ödülünü alıp, bir kısmının, yaptıkları işin, sona ermiş bir askerî görev anlayışıyla kışlalarına dönüp döndürüldükten sonra siyasî parti kadrolarında biteni düşünmeye başlamışlardır.296
Yassıada'da mahkûm mülkiye hocası mebus Prof. Dr. Rıfkı Salim Burçak bu durumu net olarak ifade etmektedir: Biz 27 Mayıs için bazen hükûmet darbesi, bazı kere de ihtilâl terimini kullandık.
İhtilâl, genel olarak, halk tarafından gerçekleştirilen bir hareketi ifade ediyor. Oysaki 27 Mayıs gerek hazırlanışı ve gerekse uygulanışı bakımından tam anlamı ile bir askeri darbe niteliğin r. Böyle olmakla birlikte, yurdumuzda da, yabancı kaynaklarda da her iki isim birden kullanılmış, Türk fikir ve politika hayatında daha çok ihtilâl terimi üzerinde durulmuştur. Fakat 27 Mayıs'a ister ihtilâl, isterse hükümet darbesi denilsin, önemli bu değildir. Önemli , 27 Mayıs'ın Türk milletinin tasvibine mazhar olup olmadığı keyfiyetidir. Nitekim, darbeyi yapanlar da böyle düşünmüş olacaklar ki, giriştikleri hareketin halkımızın arzu ve eğilimi doğrultusunda yapılmış ğu fikrini toplumumuzda yaygın bir hale getirmek istemiş ve ihtilâli Türk milletinin benimsemiş ğu yolundaki görüşü
kabul ettirebilmek için yoğun bir çaba harcamışlardır.297
“İhtilal” ve “devrim” kavramlarının kul-lanıldığı yerlerde 27 Mayıs aynı da meşru bir hareket olarak kabul ve takdim edilmekte, hareketin salt bir askerî darbe ya da müdahale olmadığı vurgulanmaya çalışılmaktadır. Suphi Gürsoytrak: “27 Mayıs'ta o gün eğer Türk ordusu duruma hâkim olmasaydı, Romanya'da gördüğü-müz gibi halk ayaklanmak üzereydi. As-lında 27 Mayıs karşıtlarının bütün iddia-larına rağmen tipik bir halk hareketidir. Gençlik başı çekiyordu. Gençliğin öncülüğünü yaptığı, haksızlığa tahammül edemeyen Türk halkının, işçisinin, köylüsünün, aydınları-nın verdiği bir ın sonucu oluşan bir eylemdir. Ordu buna son safhada katıldı” demektedir.298
Uğur Mumcu'ya göre “27 Mayısın arkasında bir halk hareketi vardır. Halk hareketi de gençlik eliyle sokağa yansımıştır”299. 27 Mayıs öncesi DP'ye muhalif gazetecilerden Hilmi Yavuz ise
295 Celâl Bayar, (Anlatan), Başvekilim Menderes, Der. İsmet Bozdağ, İstanbul: Tercüman Yayınları, 1986, s. 13.
296 Halil İmre, Bir Ömür Üç Kitap (Çocukluğum, Yoluma Çıkan Politika,27 Mayıs 1960–27 Kasım 1964), Ankara: Ayyıldız Matbaası, 1976, s.286–287.
297 Rıfkı Salim Burçak, Yassıada ve Öncesi, Ankara: Çam Matbaası, 1976, s.9.
298 Baykam, 27 Mayıs İlk Aşkımızdı, s.118; Suphi Gürsoytrak, “27 Mayıs Bir Halk Hareketidir”, Tarih ve Toplum, sayı:125.
299 Baykam, 27 Mayıs İlk Aşkımızdı, s.230.
27 Mayıs'ın niçin ihtilal olamayacağını “gençlik hareketi”dir vurgusuyla şu şekilde ifade etmektedir:
Ne olursa olsun 27 Mayıs… bir halk ayaklanması değildir. Bu ihtilal değildir. Bir 'coup d'eta'dır, kudetadır (darbe). Yalnız görüyoruz ki, bazı kudetalar ne olursa olsun çoğu kez değilse bile, arkalarında halk yığınlarının desteğini de bulmuştur. 27 Mayıs için böyle bir şey söylenebilir mi? O konuda da çok fazla bir şey söylemek istemiyorum. Çünkü çok emin değilim. 27 Mayıs sabahı yaşanan bir şenlikti. İnsanlar sokaklara bir karnaval coşkusuyla çıkmışlardır. Ama bu, o insanların 54-60 arasında, Menderes yönetimine itirazı , Menderes yönetimini onaylamayan ve bu yönetimin radikal bir şekilde değişmesini isteyen insanlar ğu anlamına gelmez. Bizde genellikle böyle bir takım determinist bağlantılar kurulmuştur. 'Halk sokaklara döküldü. Öyleyse ihtilali, 27 Mayısı destekliyorlardı'. Bence böyle determinist - sonuç ilişkileri kurulamaz. Çünkü kitle psikolojisi var. Dolayısıyla 27 Mayıstan önceki Türkiye'ye, halk çoğunluğu düzleminde değil de daha sınırlı bir muhalefet olayı içeriğinden bakmak daha doğru olur.300
27 Mayıs'ın ne ğu, ne olmadığı hususunda “Beyaz İhtilal”dir, “bir Kabakçı, bir Patrona isyanı değildir” diyen Dündar Seyhan ise ilginç bir yaklaşım sergilemektedir. Bu hareket fikir getiren, Atatürk'ü dirilten, ihtilal vasfını biraz da hareket ertesi gelişmelerle açığa çıkaran bir konumdadır:
27 Mayıs'ta koskoca bir vatan yerinden oynadı. Atatürk, Anıt-Kabirden kalkarak bütün haşmetiyle yeniden Türk milletinin başına dikiliyor… 1960 da Atatürk… Türk milleti, tarihinin hiçbir devrinde bu derece büyük bir ilahî lûtfa erişemedi. Evet, 27 Mayıs ihtilâli, Atatürk'ün 22 yıl sonra dirilerek Türkiye'nin kaderini ele alışıydı.301
Başbakan Adnan Menderes de 27 Mayıs öncesi başta İsmet İnönü, muhaliflerden tarafından da kullanılan “ihtilal” kavra-mını tercih edenlerdendir. Ancak Mende-res, ihtilali, salt iktidara karşı girişilen bir hareket olarak görmemektedir. Hükümete yönelik “halk desteği” ve ihtilale direniş de ihtilalidir: İhtilal yalnız iktidara karşı yapılan bir hareket değildir. İhtilal kanun-ları çiğneyenlere, milletin haklarına taar-ruz ve tecavüz edenlere karşı milletin bir kıyamı demektir. Bugün milletin haklarına tecavüz edenler, milletin iradesini yok etmek isteyenler, iktidarda lar değil, aksine olarak bugün kendilerinin millet haklarının koruyucusu klarını sahte bir eda ile ilan ederek, millet iradesini yok etmeye kıyam etmiş lardır. Binaenaleyh, ihtilal onların hakkı değil, milletin ana haklarını çiğne-mek isteyenlere, onlara karşı milletçe dur-mak, bir milletin en tabii hakkı sayılmak icap eder. İhtilalin ne demek ğunu bu sözde ihtilalciler elbette anlamakta gecikmeyeceklerdir.302 Ancak Menderes-in anladığı anlamda bir ihtilal vuku bulmamış, darbeye/ihtilale karşı direniş şeklinde bir ihtilale tesadüf edilmemiştir.
300 Baykam, 27 Mayıs İlk Aşkımızdı, s.325. Hilmi Yavuz, 27 Mayıs için “halk hareketi ğunu kesinlikle söyleyemem. Ama bunun bir gençlik hareketi ğu rahatlıkla söylenebilir” demektedir. Baykam, 27 Mayıs İlk Aşkımızdı, s.330.
301 Dündar Seyhan, Gölgedeki Adam, İstanbul, Nurettin Uycan Matbaası, 1966, s.78–80.
302 27.5.1960 tarihli Havadis gazetesinden aktaran: Hasan Halis Sungur, Anayasayı İhlal Suçları, İstanbul: İstanbul Matbaası, 1961, s.167.
1. II. Dünya Savaşı Sonrası Türkiye ve Demokrasiye Geçiş Süreci
2. İkinci Dünya Savaşı Sonrası Dönemde Türkiye Panoraması ve DP'nin Kuruluş Süreci
II. Dünya Savaşı sona ermek üzereyken Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) yönetimi kendini yepyeni bir takım sorunlarla karşı karşıya bulmuştur. Bunlar bir bakıma, 1923'ten beri uygulanmakta siyasal modelin tıkanma noktasına geldiğini göstermektedir. Halkı daha fazla siyasetin dışında tutmak, rejimi işlemez hale sokabilirdi. Başta İsmet İnönü olmak üzere, devrin ileri lerinin bunu idrak etmiş kları tahmin edilebilir. Üstelik II. Dünya Savaşı sonunda faşist totali-teryenizmin yıkılmasıyla birlikte bütün dünyada “demokrasi rüzgarları” esmeye başlamış; hatta sonu konjonktürü içinde Batı dünyasına yanaşmak zorunda samsun oto kiralama Türk politikasına bu yönde dış baskılar yoğunlaşmıştır. Özellikle II. Dünya ı sonunda Türkiye'nin siyasi ve ekonomik menfaatlerinin kesinlikle batıya yönelmesini zaruri kılışı, batının öncelikli Amerika'nın demokrasi'yi Türkiye'nin batıdaki manevi itibarı için şart koşması, ülkede oluşan toplumsal, siyasi, ekonomik hoşnutsuzluk genel sebepler tek parti rejiminin temellerini sarsmıştır. Savaş sonrası dönemde dünyanın geleceğinin belirleneceği 1945 San Francisco Konferansında Türk delegesi, Reuters ajansı muhabirine “… Harpten sonra Türkiye'de her türlü demokratik cereyanların gelişmesine müsaade edileceğini” söylemiştir.303
Türkiye'nin 1945'lerdeki iktisadi durumu-nun parlak olmayışı, yöneticileri -başta ABD olmak üzere- Batılı demokrasilerin anlayışına muhtaç hale getirmiştir. Buna bir de kuzey komşumuz Sovyetler Birliği'nin Boğazların statüsünde söz hakkı ve Türkiye'nin doğusundan toprak talebinde bulunması da eklenirse, ülkenin genel manzarası tamamlanmış olur.304
Böyle bir uluslararası ortam içinde özellikle “hür dünya” ülkelerinden anlayış bekleyen Türkiye'nin önce kendi “evinin içini” düzeltmeye başlaması, bu doğrultuda bazı adımlar atması kaçınılmaz hale gelmiştir. Bu adımlardan biri de çok partili hayata geçiş süreci olacaktır.305
Türkiye 1923–1945 döneminde genel TCF ve SCF denemeleri hariç CHP iktidarında tek partili bir sistemle yönetilmiştir. Siyasi sistemde değişiklik yapılması yönündeki ilk önemli işaret, dönemin Milli Şef'i, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'den gelmiştir. Almanya'nın teslim olmasından çok kısa bir süre sonra, 19 Mayıs 1945'te yaptığı ünlü konuşmada, İnönü, bittiğine
303 Ayın Tarihi, Mayıs 1945, s.633.
304 Baskın Oran, Türk Dış Politikası, C.I, İstanbul, İletişim Yayınları, 2001, s. 472-473.
305 Mustafa Erdoğan, Türk Demokrasisinin Doğum Tarihi: 14 Mayıs, Liberal Toplum Liberal Siyaset, Ankara, Siyasal Kitapevi, 1992, s. 253.
göre artık demokrasi yolunda yeni adımlar atılabileceğini bildirmiştir.306 İkinci önemli adım, 17 Haziran 1945'te altı milletvekilliği için yapılan ara seçimlerde, iktidardaki tek parti CHP'nin aday göstermemesi olmuştur. Resmi aday yokluğu, bu ara seçimlerin demokratik çekişme içinde geçmesine yol açmıştır. Bundan sonra, liberalleşme adımları büyük bir hızla birbirini izlemeye başlamıştır.307
Bu arada Temmuz ayında yeni bir parti kurmak için işadamı Nuri Demirağ 18 Temmuz 1945'de valiliğe başvuruda bulunmuştur. Ancak tüm ilgilerin CHP içindeki muhalefete yöneldiği bu dönemde kurulan Milli Kalkınma Partisi (MKP) hem iktidar hem de basın tarafından ilgisizlikle karşılanmıştır. Nitekim MKP 27 Ekim'de resmen kurulduğu halde İnönü 1 Kasım'daki Büyük Millet Meclisi'ni açış konuşmasında bu partiyi adeta yok sayarak partiden ihraç edilen muhaliflere seslenmiştir.
…Bizim tek eksiğimiz, hükümet partisinin karşısında bir parti bulunmamasıdır. Tek dereceli olmasını istediğimiz 1947 seçiminde, milletin çoklukla vereceği oylar gelecek iktidarı tayin edecektir. O a ayrı bir parti kurulabilip kurulamayacağını... bilemeyiz. Şunu biliriz ki, bir siyasi kurul içinde prensipte ve yürütmede arkadaşlarına taraftar olmayanların hizip şeklinde çalışmaların-dan fazla, bunların, kanaatleri ve program-ları ile açıktan karşı durum almaları, siyasi hayatımızın geleceği için yapıcı bir tutumdur.308
Nitekim Nuri Demirağ'ın kurduğu Milli Kalkınma Partisi 309 Türk siyasi hayatında fazla tutunamayarak kapanmıştır. Bu dönemde İsmet İnönü'nün istediği ayarda kurulacak muhalefet partisi Demokrat Parti (DP) olacaktır. DP kurulmadan daha birkaç ay öncesine dek, dört kurucu Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü CHP üyesi idiler. Bayar'ın yeni partinin yakında kurulacağını açıklayan demeci Tan Matbaası olayının hemen öncesinde basında yer almış ve burada Bayar “Kemalizm'den başka herhangi bir ideoloji ile alakam yoktur”310 diyerek aşırı akımlardan uzak duracağını belirtmiştir. Soğuk Savaş ortamının oluşmaya başladığı 1945 sonlarında, CHP iktidarının Sovyet yanlısı sol muhalefetle ilişkisi bir muhalefet partisine izin vermeyeceğinin bilinciyle hareket eden Bayar'ın belirtilen yasaklara uymak koşuluyla (irtica ve komünizm) iktidardan şeklî olmayan bir güvence aldığı söylenebilir.
DEVAMI YARIN...
Yorumlar
Kalan Karakter: