251 Taha Akyol, Gazeteci, TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu Dinleme Tutanağı, 4 Ekim 2012, s. 16.
Akşam'da yazan Aziz Nesin ise aynı gün 28 Mayıs 1960 “Az gittik Uz Gittik” isimli köşesinde 28 Mayıs'ı kutsayan yazısına “Sağ ol generalim, sağ ol albayım, yarbayım, binbaşım, yüzbaşım!” sağ olun yiğit komutanlarım! Var olsun Türk Ordusu!” girişiyle başlıyor:
Kara günlerin acısıyla ezgisiyle değil; halkımızın, aydınlarımızın bu son yiğitçe davranışı karşısında, inç gözyaşları dökerek yazıyorum… Atatürk'ün en kutsal varlığımız Cumhuriyeti emanet ettiği ama kendini bilmezlerin çoluk çocuk diye küçümsedikleri genç üniversitelim! Temiz anlında taçlanan boncuk boncuk terler, akıttığın mübarek kan boşa gitmedi. O kandan, o terden, yiğit Türk Ordusu, Türk ulusuna pırıl pırıl hürriyet armağan etti. Kara cübbeli diye aşağılanan, saygıdeğer hocalarım, yurdumuzun çile çekmiş aydınları, bilginleri, sayın profesörlerim! En kara günlerde alınlarınızda parlayan ışıklar, tükettiğimiz soluk boşa gitmedi. O ışıklardan, o dertlerden, yiğit Türk Ordusu, Türk Ulusuna, işte bu nurlu günü yarattı. (Sağ ol generalim, sağ ol albayım, yarbayım, binbaşım, yüzbaşım! Sağ olun yiğit komutanlarım! Aziz Nesin, Akşam Gazetesi, 28 Mayıs 1960).252
Akşam Gazetesinin bir başka köşe yazarı Vecihi Ünal, 10 Haziran'daki makalesinde günümüzde de kullanılan bir ifadeyi başlık olarak kullanıyor. Ayaklar baş olursa: Geçmişten ders almayan ve insanları mideden ibret birer yaratık sanan gözü dönmüş diktatörlerin kara zincirine, 27 Mayıs sabahı, gün ağarmadan yenileri katıldı. Basın umumi efkârı hazırlayarak görevini yaptı. Aydın gençlik, Atatürk'ün kendilerine emanet ettiği Türkiye Cumhuriyeti'ni korumak için can verdi ve ordu, milletin kurtarıcı meleği ğunu ispat etti. (Ayaklar Baş Olursa, Vecihi Ünal, Akşam Gazetesi, 10 Haziran 1960). Cumhuriyet Gazetesinin başyazarı Nadir Nadi 28 Mayıs'taki köşesinde, vatandaşı ordunun arkasında kenetlenmeye çağırır: Türk Silahlı Kuvvetleri, bu şartlar altında devlet sine el koyarak patlamasına ramak samsun oto kiralama kardeş kavgasını önlemeyi bilmişlerdir. Yaşadığımız günlerin ciddiyetini ve her birimize düşen vatandaş borcunu unutmayalım. Bu borç azımsanmayacak ağırdır. Her şeyden önce, gili vatanımızı huzura kavuşturmak uğruna olağanüstü sorumluluk yüklenen kahraman ordumuza güvenelim. Milletimizin göz bebeği, kahraman ordumuzun yaptığı ilk hamlenin
vatandaş kanı dökülmeksizin başarılması, bize iyi yarınlar müjdeleyen bir talih eseridir. Yaşasın Türk Milleti! Yaşasın onun kahraman ve şerefli ordusu! (Nadir Nadi, Cumhuriyet Gazetesi, 2 Mayıs 1960). Yaşar Kemal de darbenin yaratığı coşkudan payını almıştır. 11 Haziran'da yayınlanan yazısına “Zulüm” başlığını atar ve okurlarını, sonraki günler için yüreklendirir: Bizim milletimiz güçlü millet, yapıcı millet. Her hareketinde bunu gördük. Temel devrimlere yönelirsek, aydın olarak, asker olarak onun istekleriyle birlikte olursak, çok az, ama çok az bir da ileri bir millet olmamak için hiçbir sebep yoktur. Bunu böylece bilip şimdiden kolları sıvamalıyız. (Zulüm, Yaşar Kemal, Cumhuriyet Gazetesi, 11 Haziran 1960). Cumhuriyet'in bir diğer yazarı Hamdi Varoğlu ise, “Kadife eldivenli Orduya” başlığını attığı 4 Haziran tarihli yazısında keskin cümleler kurar. Yazar, kan ve intikam peşin r:
252 Renan Acar; Basın ve 27 Mayıs Darbesi, Resmi Tarih Tartışmaları - 9, 27 Mayıs: Bir Darbenin Anatomisi, ÖzgürÜniversite Kitaplığı, Ankara, 2010, s. 207, 208, 211.
Hürriyet müjdesini, senin kahraman bir subayından aldığım ilk gece gözümün önünden gitmiyor şanlı ordu! Demir elindeki kadife eldiveni artık çıkar. Çalınan haklar geri alınırken senin demir eline çok muhtacız. Çalınanları, çiğnenenleri, ezilenleri, yok edilenleri kurtaran elin nasıl bükülmez bir el ğunu, bu memleket de bütün dünya da görsün! (Kadife eldivenli Orduya, Hamdi Varoğlu, Cumhuriyet Gazetesi, 4 Haziran 1960).253
Milliyet Gazetesi'nde Çetin Altan, darbe öncesi ve sonrasında çok heyecanlıdır. 27 Mayıs'ta “Taş” isimli köşesinde “Büyük Gün” başlığını kullanır: Bütün Türk vatanperverleri bu muazzam ve şanlı günün inci ve heyecanı için rler. Çürümüş, süfli politika ve tertiple-rinin şahsi ihtiras-larla Türkiye'yi en tehlikeli badirelere, kardeş kavgalarına sürüklemek üzere ğu bir sırada, Türk Silahlı Kuv-vetlerinin medeni bir şekilde devlet ida-resine el koymaları ve memleketi karanlık bir akıbetten kurtarmaları, tarihimizin büyüklüğüne yakışan mutlu bir hareket olarak, Milletimize hür ve insan Hakları'na uygun yeni ufuklar açmaktadır… Hakiki hürriyetin saati çalmıştır. Atatürk'ün İnkılâplarına bağlı olarak demokratik bir memlekette Türklüğün şerefine yakışan bir nizamın temelleri atılmaktadır. Yaşasın Türk Milleti, Yaşasın Türk Ordusu. (Büyük Gün, Çetin Altan, Milliyet Gazetesi, 27 Mayıs 1960). Abdi İpekçi 30 Mayıs'ta kaleme aldığı yazısında askerin işbaşı yapmasını nasıl bir umutla beklediklerini anlatmaya çalışır: Size iki hafta evvel yazdığımız mektup şu satırlarla bitiyordu: '…Daha anlatmak istediğimiz çok şey var. Onlardan da bahsedeceğimiz gün inşallah çok yakında gelecektir.' Bu cümlenin ifadesi o günkü rejimde çıkan bir gazete için çok tehlikeli bulunmuş ve kelimelerde değişiklik yapılmıştı. Ama mana aynıydı ve arif anlıyordu. Bugün gelecekti, yakınlaşmıştı. Biliyorduk ve inanıyorduk. Bu bir ay yıllardır artan baskının patlama kıvamına geldiği günlerdi. Ve nihayet bu bir ayın sona erdiği gecenin sabahı, beklediğimiz ve inandığımız rüya gibi güzel günün geldiğini gördük, yaşadık. Matbaada herkes kucaklaşmaya başladı… Ve biraz sonra askeri bir kamyon diğer meslektaşlarımızla birlikte bizi ordu evine götürecek, orada Türk Ordusu'nun en şanlı, en büyük, en medeni, en cesur, en insani başarısını resmen duyacaktık. (Abdi İpekçi, Milliyet Gazetesi, 30 Mayıs 1960).
Bir gece yarısı ifade vermek üzere Örfi İdare Kumandanlığı'na götürüldüklerinde bazı subayların kendilerini kucaklayıp bağırlarına bastıklarını ve “On beş gün daha dişinizi sıkın” klerini de hatırlatan İpekçi, bu subayların aynı cümleleri gazetenin kapatıldığı gün de tekrarladığını belirtir ve yazısını şu cümle ile bitirir: Sabrettik, şimdi inçten ağlıyoruz. 1960 darbesinin üzerinden geçen 52 yıla rağmen Türkiye'deki gazetelerin yayın politikalarının hemen hemen hiç değişmeden bugün de devam ettiğini belirtmek gerekir. O günlerde merkez bir çizgide yayın yapan Hürriyet, Cumhuriyet, Ulus, Milliyet, Tercüman vb. gazetelerin günümüzde de yayın hayatla-rına bu profillerini sayfa formatlarını bile bozmadan sürdürüyor olmaları kça ilginç. Atılan manşetler: yandaş basına el altından servis edilen bilgi ve belgeler; düzmece ve sansasyonel haberler, yalanlar, söylentiler ve hakaretler; köşe yazarlarının kalıplaşmış yorumları; ön ve arka sayfa mizanpajları vb. günümüzde de neredeyse tamamen aynı. 27 Mayıs darbesinin gerçekleşmesiyle birlikte var farklılıklar, doğal olarak tamamen
253 Renan Acar (2010); s. 212, 219, 221.
ortadan kalkıyor. Bütün gazeteler tek bir ağızdan 38 kişilik Millî Birlik Komitesine,
Komitenin lideri Cemal Gürsel'e övgüler ve devrilen hükümet üyelerine lanetler yağdırıyorlar. Kendi deyimleriyle 'devrim ve hürriyet şehitleri' anıtı için kampanya ile yardım toplanmasına cenazelerinin Anıtkabir'in bahçesine defnedilmesine ve sonraki haftalarda ise zor durumdaki darbe hükümeti adına vatandaşın elindeki para ve ziynet eşyasının 'hürriyet için feda olsun' temasıyla toplanıp maliye için önemli bir kaynak oluşturulmasına önayak oluyorlar.254
Türkiye'de darbeler karşısında basın, gerçekten, en önemli sorumlular arasında yer li-">li tadır. Özellikle kendi meşrebine göre misyon gazeteciliği yapan gazeteleri blok olarak kenarda bırakırsak, çeşitli gazetecilerin de vicdani duruşlarına göre değişen bir çeşitlilik arz etmekle beraber özellikle merkez medya farklı darbe dönemlerinde genellikle darbecileri destekleyen ve sonrasında da bu darbecilerden beslenen bir tutum ve davranış içerisine girmiştir. Bir darbe süreci sadece darbenin sorumlularıyla kısıtlanmaması gereken bir olay olarak değerlendirilmelidir. Darbe, sadece darbeciler tarafından gerçekleştirilen bir iş değildir, darbe, önce kendi ideolojik aygıtlarını oluşturur. Bu aygıtlar içerisinde, akademik camia ve basın gibi birtakım organlar darbenin hazırlık süreçlerinde halkın bu duyguya alıştırılması açısından son derece tarihî bir işleve sahiptirler.255
27 Mayıs'ın hemen ardından gazetelerde yer alan bazı manşet ve haberler: “Parayla tutulmuş adamlara dağıtılmak üzere 7 bin silah ve asker elbisesi ele geçti” (Ulus Gazetesi - 30 Mayıs 1960); “Öldürülen öğrencilerin mezarları tespit ediliyor” (Cumhuriyet Gazetesi - 29 Mayıs 1960); “İktidar, İnönü'yü sınır dışı etmeye hazırlanıyordu” (Yeni Sabah Gazetesi - 30 Mayıs 1960); “Buzhane ve çukurlarda cesetler bulundu” (Cumhuriyet Gazetesi - 2 Haziran 1960); “İstanbul'da 9 ceset bulundu” (Ulus Gazetesi - 11 Haziran 1960); “DP düşmeseydi dün geniş bir katliama girişecekti” (Dünya Gazetesi - 31 Mayıs 1960); “Harbiyeliler bir meydana toplanacak, makineli tüfek ve bombalarla imha edilecekti” (Vatan Gazetesi - 9 Haziran 1960); “Katliam planı! DP'nin 40 milyon lira sarfıyla üniversiteyi ve Harbiye'yi imha için teşkilat kurduğu anlaşıldı” (Dünya Gazetesi - 31 Mayıs 1960). Milliyet gazetesine göre darbe, bir ihtilal değil inkılâptır, devrimdir. 4 Haziran 1960'ta yayınlanan başyazı, “Bu bir ihtilal değildir” başlığı altında bu konuyu işlemektedir. Yazıya göre 27 Mayıs “Dünya tarihinin şimdiye kaydetmediği, eşi görülmemiş bir inkılâp”tır, yabancı basın da bu hareketi “zarif ihtilal”, “centilmenler ihtilâli” gibi özenle seçilmiş kelimelerle tanımlamaktadır. 27 Mayıs'ı diğer ihtilâllerden ayıran en büyük özellik bunun “meşru” olmasıdır:
Ordunun iktidarı devralması keyfi ve mesnetsiz bir kararın neticesinde olmamıştır. Hareket Anayasa'nın ihlaline ve kanunsuz davranışlara karşıdır. Mesnedini İç Hizmet Kanununun 34. maddesinden li-">li tadır. Bahis konusu madde Türk Ordusu'nu Türkiye Cumhuriyeti'ni ve Anayasa'sını müdafaa ile görevlendirmektedir. Her ihtilâlin yarattığı kahraman vardır: Nasır, Kasım, Castro gibi… 27 Mayıs harekâtı ise tek bir şahsın hazırladığı ve gerçekleştirdiği bir iş değildir. Anonimdir. Ordumuzun en alt kademelerinden en yüksek rütbelerine “isimsiz kahraman” subayların gerçekleştirdiği bir başarıdır. Kahraman yaratmamaya, isimler etrafında reklam yapmamaya bilhassa dikkat edilmiştir. O ki, harekâtın genelkurmayı Millî Birlik Komitesi'nin üyeleri
açıklanmamış, gizlenmiştir. Orgeneral Gürsel bir ihtilal kahramanı olmak iddiasında değildir. O sadece hareketin nihai gayesine erişmesini sağlayacak bir
254 Renan Acar (2010); s. 201, 202, 204.
255 Rıdvan Akar, Gazeteci, TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu Dinleme Tutanağı, 8 Ekim 2012, s. 15.
lider, bir vatanerdir. (Bu Bir İhtilal Değildir, Milliyet Gazetesi, 4 Haziran 1960). Başyazıya göre darbecilerde iktidar hırsı da yoktur. “27 Mayıs inkılâbını gerçekleştiren kuvvet, memleketi kardeş kavgasına sürükleyen parti kavgasında şu veya bu tarifi ilzam etmemiştir. Etmeyeceğini de kesin olarak bildirmiştir. Huzuru kuracak sonra iktidara gelecek partinin tayin işini milletin reyine bırakacaktır. İşte 27 Mayıs inkılâbı bu vasıfları dolayısıyla herhangi bir ihtilal değildir ve tarihe müstesna bir hadise olarak geçecektir.”256
Ulus Gazetesi'nin ne kışkırtıcı ğunu, çizgisini ancak tahrik edici ve yalan haberlerle koruyabildiğini göstermek için darbeyi izleyen günlerde kullandığı iki manşeti, bir bir vermek gerekir: 30 Mayıs nüshası, “Sabık iktidarın yarıda Kalan Tertibi” başlığı ile başlıyor ve altında “İstanbul'da parayla tutulmuş adamlara dağıtılmış 7.000 silah ve asker elbisesi ele geçti. Depolar bulundu. Tahrip teşkilatı yasamsun oto kiralamadı… Memleketimiz ve halkımız büyük tehlike atlattı. Bu silahlarla yüzlerce kişi tevkif ve yok edilecekti… Sahte askerler tarafından yapılacak bu tedhiş hareketi de ordumuza yüklenerek halkla kahraman ordumuz arasındaki gi bağlarının kopartılmasına çalışılacaktı” ifadelerine yer veriyordu.
DEVAMI YARIN...
Yorumlar
Kalan Karakter: