Ancak bu ek muğlaktır, çünkü 1920-
24 arasında görev yapan 6 kabinede de Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi (İsmet ve Fevzi Paşalar) bakanlar kurulunun üyesi olarak görev yapmıştır. Buna ek olarak Müdafaai Milliye Vekâletinde de Fevzi, Refet ve Kazım Paşalarla, kabinede her iki generalin bulunduğu
114 Ali Bayramoğlu (2009); s. 69-71, 73, 74.
115 Eskişehir Mebusu Albay Arif Bey (Ayıcı Arif), 1926'da Ankara İstiklal Mahkemesi kararıyla İzmir Suikastı girişimi iyle
idam edilenler arasındadır.
116 Hikmet Özdemir (1993); s. 74, 76, 77
görülmektedir. Genelkurmay Başkanlığı 1924'te bakanlık statüsünü kaybettikten sonra 1944'e Cumhurbaşkanına bağlanmış, hükümet ve parlamento denetiminin dışında tutulmuştur. Dolayısıyla Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa ve Fevzi Çakmak'tan oluşan üçlü
troykanın kaygısı, ordunun rakip bir iktidar odağı olarak güçlenme ihtimalini engellemektir. Bir diğer deyişle, bu dönemde ordunun sivil siyasette bir ağırlık taşımaması ve Batı ülkelerindeki sivil-asker ilişki modeline benzer bir modelin işler gibi olmasının ardında
Silahlı Kuvvetler'in siyasetten arındırılmış olması değil, rejime sadakatini sağlayarak bir karşı darbe yapmasını engellemek fikri yatmaktadır.117
İkinci Dünya Savaşının ortaya çıkardığı başka gerçekler de vardır. Askeri teknoloji alanındaki gelişmeler, piyade esastır şeklinde ifade edilen modası geçmiş planlarına dayalı ordu örgütlenmelerinin terk edilmesini gündeme getirmiştir. 1939'a teknik anlamda uçak ve
hava kuvvetleri büyük gelişme göstermiş; uluslararası kara ve stratejisi uzmanları bile olası bir ta bu silahın nasıl kullanılacağını tartışmaktan kendilerini alıkoyamamışlardı.
Denizciler, uçağı donanmanın en iyi görme aracı ve uzun mesafe silahı saymaya başlamışlardı. Askeri anlamda uçak, ta da gerçekten mükemmel bir saldırı silahı olma yolunda hızla ilerlemiştir. Aynı şekilde altıcılıktaki teknolojik gelişmelerin de komuta
açısından önemli sonuçlar yarattığı bir gerçektir. Bu le 1940'larda gücü açısından Türk Genelkurmayının iflas ettiği tespiti yapılırken, faturayı Büyük Erkan-ı Harbiye Reisi Mareşal Çakmak'a çıkarmak yerine, ordu politikasını tartışmak ve gerçekte iflas edenin tek kuvvete (Kara Kuvvetleri) dayalı büyüme stratejisi ğunu teslim etmek gerekmektedir.
Nitekim Mareşal Çakmak'ın İkinci Dünya Savaşında Almanya'nın kaderi belli ktan hemen sonra emekli edilmesi sorunu çözmemiş, sistemin tartışması gündeme gelmiştir.
Millî Savunma Bakanlığına Bağlı Genelkurmay Başkanlığı
1949'da Cumhuriyet Halk Partili Şemsettin Günaltay Hükümeti tarafından hazırlanan Millî Savunma Yasa Tasarısının “gerekçe”sinde:
Bugün (1949) demokratik rejimle olunan memleketlerde Devletin Silahlı
Kuvvetlerine ait işlerden dolayı Millet Meclisine karşı muhatap ve mesul icra uzvu (yürütme organı) ya Millî Savunma Bakanı veya o memleketin teşkilatına göre Ordu, Deniz ve Hava Bakanlarıdır. Bizde ise bu hizmetler biri komuta, talim ve terbiye, diğeri , levazım ve kısmen zat işleri olmak üzere ikiye ayrılmış ve birinci kısım Başbakanın mesuliyeti altında Genelkurmay Başkanlığına ve diğer kısımda Millî Savunma Bakanının mesuliyetine tevdi edilmiş (sorumluluğuna verilmiş) bulunmaktadır. Askeri de mevcut bu iki başlılık her iki makamını vazife ve salahiyetleri arasında tedahüllere (birbirinin içine girmeye) ve aynı mevzu (konu) üzerinde muzaaf (fazladan) çalışmalara yol açmıştır. Millî Savunma Bakanlığı, Genelkurmayın kanunlarla tayin edilen özel durumu karşısında bu vazifesini tam yapmak için lazım yetkiyi fiiliyatta (gerçekte) elde edememiş ve ikmal ve işleriyle muvazi ve ahenkli (paralel ve uyumlu) olarak yürümesi icap eden komuta ve eğitim hizmetleri de, muvaffakiyeti için lazım şartları ve imkânları tahakkuk ettirememiştir (gerçekleştirememiştir). Kaldı ki, bugünkü harplerin istediği süratin sağlanması ve birçok silah ve malzemenin kullanış, ikmal ve bakımlarının meydana getirdiği işlerin maksada uygun tarzda yürütülmesi için kara, ve hava kuvvetlerinin komuta, eğitim
ve ikmal ve hususlarında yeter yetki ile teşkilatlandırılmala-rını icap ettirmektedir. Arz edilen sebepler, bugünkü gayri tabiiliğin (yapaylığın) giderilmesini ve aynı mevzu (konu) üzerinde çalışan teşkilatın bir araya getirilerek 117 Ümit Cizre (2009); s. 141, 142.
tek bir mercide (makamda) toplanmasını ve nihayet demokrasi rejimiyle
edilen bir memlekete ğu gibi bizde de askeri işlerin ilgili Bakanın yetki ve
sorumluluğuna verilmesini zaruri kılmış ve ilişik kanun tasarısı hazırlanmıştır.
Bu görüşler, İkinci Dünya Savaşından sonra (1944'te) Türk Genelkurmayında gerçekleştirilen statü değiştirme operasyonunun yeterli olmadığını kanıtlamaktan öte başka anlamlara da
gelmektedir. 1944-1949 arası ygulamanın ortaya çıkardığı iki gerçek vardır: İki başlılık ve kuvvet komutanlıklarının yeterli yetki ile örgütlendirilmemesi. İlkini, Genelkurmayı Savunma
Bakanlığına bağlayarak; diğerini Kuvvet Komutanlıklarına dayalı Genelkurmay modeli ile çözme şeklinde bir formülasyon 1949 sistemini oluşturmaktadır.
Ortak karargâh şeklinde örgütlenen Türk Genelkurmay modelinin Kuvvet Komutanlıkları uygulamasına 1949'da geçilmiştir. Bu yıla Genelkurmay Başkanlarını Kara Kuvvetleri Komutanı olarak düşünmek gerekmektedir. İlk hava birliklerinin Kara Kuvvetleri içinde kurulması, donanmanın ise Balıkesir'deki karacı bir generale bağlı oluşu bunun kanıtlarındandır.
1961 ve 1982 Anayasalarında ifadesini bulan sistemden ve 1970 sisteminden her alanda ileri ve demokratik öğelere sahip 1949 sistemi, Türkiye'deki asker-sivil ilişkileri açısından esaslı bir dönüm noktasıdır. Prof. Dr. Oral Sander, Survey of International Affairs Middle East 1945-1950 adlı kaynağa dayanarak:
ABD'nin Türk Genelkurmayının statüsünde köklü değişiklikler yapılması için baskıda bulunduğu ve Amerikan askeri yardımı, askeri işlerin bir tek sorumlu hükümet organında odaklaşmasını gerekli kıldığı görüşün r. (Oral Sander, Türk-
Amerikan İlişkileri 1947-1964 Ankara 1979, s. 30-31).
1949'dan 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesine 11 yıl uygulanan Savunma Bakanlığına bağlı Genelkurmay modelinin ordu çevrelerini rahatsız ettiği şeklinde birtakım spekülatif
iddialar dışında, ne tür aksaklıklara yol açtığına dair ciddi hiçbir örnek göstermek mümkün değildir. 1961 Kurucu Meclisinde, daha çok asker kökenli üyelerce savunma bakanı
genelkurmay ilişkisine yöneltilen eleştirileri, 1949 sisteminin eleştirisi olarak değil, Demokrat Parti Hükümetinin ordu politikasından kaynaklanan bazı protokol ve nezaket sorunları
olarak görmek doğru olacaktır. Aksi halde darbe sonrasının psikolojisi ile “Millî Savunma Bakanının paltosunu Genelkurmay Başkanı tutuyordu” veya “Gülhane Askeri Hastanesinde yatan Cumhurbaşkanını ziyarete Genelkurmay Başkanı odaya alınmadı, bir şarkıcı alındı” türünden sözleri 1949 sistemini eleştiren ciddi görüşler olarak kabul etmek nasıl mümkün olabilir? İki olaydan kaynaklanan kişisel tutum ve davranışların asker kökenli kişilerce ifade şekli bile eleştirilerin yüzeyselliğini göstermek için yeterlidir.
Günümüzde, komuta ve a hazırlık için askeri planlama görevleri dışında Genelkurmay Başkanına, kamu güvenliğinden kültür, sivil eğitim ve öğretim alanına kça geniş bir
platformda görev verildiği ve kimi bu makamın yetkilerinin, normal yönetim
dönemlerinde bile sivil otoritenin denetimi dışında tutulabilmesini sağlayan yasal
mekanizmalar ile donatıldığını söylemek mümkün olmaktadır. 1961 ve 1982 Anayasalarında yer aldığı şekli ile bakanlar üstü Genelkurmay modeli bu anlamda demokrasi kültürü
gelişmemiş Türk siyasal elitine uygun görünmektedir.118
118 Hikmet Özdemir (1993); s. 83, 84, 86-88, 96-98, 165.
Otonomi
Askerler açısından 1961 Anayasasının getirdiği en önemli düzenleme, Genelkurmay Başkanlığının Millî Savunma Bakanlığından alınarak sistem içinde otonom bir halde bırakılması, yalnızca Başbakana karşı “sorumlu” tutulmasıdır. Anayasa komisyonlarındaki
tartışmalar, Millî Birlik Komitesi ve Temsilciler Meclisinde yapılan uzun görüşmelerin esasında hep Genelkurmay Başkanlığı ile Millî Savunma Bakanlığı ilişkisinin ne şekilde düzenleneceği yatar. Askerler ve rejimin gelişmesi için kritik mekanizmalar getiren 'Başkomutanlık ve Genelkurmay Başkanlığı' ile 'Millî Güvenlik Kurulu' maddelerinin Millî
Birlik Komitesi ve Temsilciler Meclisi Anayasa Komisyonu arasında gidip gelmesi de bu yüzdendir.
1970 tarihli ve 1325 sayılı, Millî Savunma Bakanlığı Görev ve Teşkilatı Hakkında Yasanın Bakanlık ile Genelkurmay işbir-liğini düzenleyen 6. maddesi sivil otorite-silahlı kuvvetler ilişkisi açısından büyük önem taşımaktadır. Özellikle maddenin ikinci bendinde yer alan, Her iki makam, görev ve yetkileri icabı Kuvvet Komutan-lıkları, diğer makamlar ve kurumlarla yaptıkları önemli ve ilgili yazışmalardan karşılıklı olarak birbirlerine
bilgi verirler.
şeklindeki ifade kritiktir. Bununla,
Genelkurmay Başkanlığı ve Millî Savunma Bakanlığının aracısız olarak Kuvvet Komutanlıkları, diğer makamlar ve kurumlarla yazışma yapabilecekleri kabul edilmektedir.
Bu yazışmalardan önemli ve ilgili larını karşılıklı olarak Genelkurmay ve Bakanlık birbirlerine bildirecektir. Fakat önemli ve ilgili yazışmaların takdiri kendilerine bırakılmıştır.
Genelkurmay Başkanlığının diğer makam (bakanlıklar) ve kurumlarla yazışma yapa-bileceği hükme bağlanmıştır. Kaynağını Anayasadan alan bu düzenleme ile Genel-kurmay Başkanlığının farklı statüsü yasa koyucuya bir kere daha tescil ettirmek-tedir. Bu yolla söz konusu makamın özerk yapısı daha bir pekiştirilmek istenmiştir. Sivil otoritenin askerleri kontrolü şeklinde bir bakış açısı kesinlikle gözlenmemekte-dir. Amaç, yalnızca 'işbirliği'ni yasada belirterek zorunlu hale getirmektir.119
1982 Anayasası'nın 117/2 maddesine göre silahlı kuvvetler “yurdu savunmak” görevini, bağımsız bir şekilde ve kendi takdirine göre değil, tam aksine TBMM'ye karşı sorumlu Bakanlar Kurulu'na bağlı olarak yerine getirmek zorundadır. Nitekim Genelkurmay Başkanı
görev ve yetkilerinden dolayı Başbakana karşı sorumludur (m.117/4). Esasen “demokrasi” ğunu iddia eden bir rejimde bunun aksi düşünülemez. Bu hukuki durum karşısında, bazı
asker memurların120 rütbeleri ne olursa olsun kendi görevleri dışına çıkarak Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu ve parlamentonun anayasal görevlerini sahiplenmesi, anayasal düzeni
değiştirme girişiminden başka bir şey değildir. Ayrıca, ordu içindeki bazı unsurlar bu girişimde bulunma cesaretini ordunun ülke içindeki en büyük ve düzenli “silahlı kuvvet” olmasından aldıklarına
119 Hikmet Özdemir (1993); s. 273, 290.
120 Memur: Devlet hizmetinde aylıkla çalışan kimse. (Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlük).
göre, Türk Ceza Kanunu'nun ilgili mad-desinde tarif olunan suçun “cebir” unsuru da gerçekleşmiş olmaktadır. Çünkü söz konusu unsurların eğer silahları olmasay-dı, anayasal görev sınırlarını aşmaya tevessül etmeleri mümkün olmazdı.
Esasen silahlı kuvvetler ancak askeri amaçlarla ve yurt savunmasına katkıda bulunmak üzere faaliyet gösterebilir, istihbarat yapabilir; bu ise ancak durumunda veya sıkıyönetim ilan
edilen bölgede ve sıkıyönetimin amacıyla sınırlı olarak yapılabilir. Silahlı kuvvetlerin Cumhuriyetimizin “yegane” koruyucusu olması sadece yurt savunması bakımındandır; onun dışında samsun oto kiralama, Cumhuriyetin nitelikleri gibi hususların vatandaşlara karşı korunması hiçbir
şekilde söz konusu olamaz.
DEVAMI YARIN...
Yorumlar
Kalan Karakter: