28 Şubatın o millî askerî stratejik konsepte PKK'nın ya da terörün ikinci sıraya düşürülüp irticanın birinci sıraya çıkarılması sürecinin bir gerekçesi olması gerekiyordu; o gerekçe işte Fadimeler, Tarikat Şeyhi Aliler ve birtakım isimlerle hazırlandı. Çok
çarpıcı şey şudur: Bütün bu silahlı, radikal İslami gruplar bugün se ortada yoklar ya da son derece marjinalize lar. “Peki, o niye bu kalabalıktılar?” sorusu, kafamızı kurcalamaya devam ediyor.100
Öte yandan 28 Şubat günlerinde komuta kademesine verilen “Psikolojik Harekat Görevleri”
başlıklı bir brifing metninin sonunda, sadece ordunun değil basının da bir dönem serencamını gözler önüne serercesine şöyle denmektedir:
Türk Silahlı Kuvvetleri'nde ilk defa Psikolojik Harekât İcra Birliği olarak
Psikolojik Harekât Grup Komutanlığı teşkil edilmiştir. Psikolojik Harekât Dairesi TSK'da çok önemli bir boşluğu drmuştur. Bugün azınlıkta irticai basın hariç tüm gazete ve TV'ler Silahlı Kuvvetler'in her hareketini destekler duruma getirilmiştir.
Başka bir deyişle psikolojik harekât, Kürt sorunundan laiklik tartışmalarına değin demokratik öneri ve fikirleri, meşru kurum ve yapıları hedef li-">li la kalmamış, bu çerçevede YÖK'ten
başlamak üzere bütün devlet kurumları ve medya bu yönde yönlendirilmiş ve kullanılmıştır.
Ana hedef, tek tip toplum yaratmak, oradan güç alarak siyaset üretmek, siyasete müdahale etmek olmuştur. Dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya'nın inisiyatifinde
başlatılan Silahlı Kuvvetler'in hemen tüm kademelerinde birer bürosu oluşturulan ve bir “fişleme şebekesi” olarak faaliyet gösteren Batı Çalışma Grubu'nun çalışma biçimi, Erkaya
tarafından birimlere gönderilen talimatta açık olarak ifade edilmiştir:
İl ve ilçedeki tüm dernekler, vakıflar, meslek kuruluşları, işçi ve işveren
sendikaları, yüksek öğrenim kurumları, öğrenci yurtları, vali, kaymakam, belediye başkanları ve diğer mülki makamlarda bulunan görevlilere ait biyografiler ve
anılan şahısların siyasi görüşlerinin tespit edilmesi, il genel meclis ve belediye meclis üyeleri, siyasi parti il ve ilçe teşkilatları yönetim kurulları, yerel TV, radyo, gazete, dergi basın yayın kuruluşlarına ilişkin temin edilen tüm bilgiler, yazılı ve anketlere kayıtlı olarak Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nda toplanacaktır. (Deniz
Kuvvetleri Komutanlığı'nın 5 Mayıs 1997 tarihli ve İsth. 3429-3, 97/IKK. Ş. numaralı
yazısı.)101
28 Şubat askeri vesayet sistemine yönelik, olağan dönemlere ilişkin kalıcı etkiler bırakacak en kesin yasal adım, ünlü 28 Şubat 1997 MGK toplantısından 1,5 ay önce, 9 Ocak 1997 tarihinde çıkartılan,
100 Rıdvan Akar, Gazeteci, TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu Dinleme Tutanağı, 8 Ekim 2012, s. 23.
101 Ali Bayramoğlu (2009); s. 98-102.
altında Erbakan ve Çiller'in imzası bulunan Başbakanlık Kriz Yönetim
Merkezi Yönetmeliğinin (BKYM) Resmi Gazete'de yayımlanması olmuştur. Darbe kuvvetinde olarak tanımlanabilecek bu Yönetmelik bir Başbakanlık genelgesiyle uygulanmaya konduğu andan itibaren MGK üzerinden devlet işleyişini hiçbir istisnaya yer olmayacak ve
açık bir şekilde askere teslim edecek bir mantık içermektedir. Bu Yönetmelikle yasal ve toplumsal hareketler kriz tanımı içine sokulmuş, hangi hareketlerin ne krize işaret ettiğinin tespiti askere bırakılmış; kriz halinde denetim ve tümüyle askere devredilmiştir. 102 Aşırı yetkili ama sorumsuz askeri otorite modelinde ve askerin özerk
alanının genişlemesinde, BKYM bir zirve noktadır.
Bu Yönetmelik, Türkiye'nin bir kriz durumunda ğunu varsayarak yetkileri güya Başbakan adına Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterine veriyordu, koordinasyon görevi yapıyordu, Millî Güvenlik Kurulu kararlarını takip görevi yapıyordu. Hâlbuki mevcut Anayasa'ya göre,
ülkenin bir krize düçar olup olmadığına karar vermek politik bir karar meselesidir yani bunu
Parlamento ve hükmet kararlaştırır. Anayasa olağanüstü rejimlerin nasıl ilan edileceğini belli etmiştir ve bu rejimlerde kimin ne etkili olacağını belirlemiştir. Sıkıyönetim Kanunu vardır, Olağanüstü Hal Kanunu vardır, Seferberlik ve Savaş Hali Kanunu vardır. Bütün olağanüstü ihtiyaçları karşılayacak şekilde yasal düzenlemeler ve ona uygun kurumlar varken, bir yönetmelikle bütün bunlar saf dışı edilmiştir.103
Millî Güvenlik Kurulu yoluyla askeri hiyerarşi toplumsal alanın tüm vektörlerini kapsayan bir müdahale yetkisini elinde toplamıştır. Millî Güvenlik Kurulu Genel sekreterliğince “Millî Güvenlik Siyaseti” adı verilen bu yeni siyasi anlayış ordunun, toplumu ve çıkarlarını öznel algılayışında şekillenmiş, demokrasi ile bağdaşmayan, boyun eğen, değişime kapalı, tarihten korkularla beslenen militarist bir toplum tahayyülünde sıkışıp kalmıştır. Nitekim 1990'lı yılların başında Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinin “Devletin Kavram ve Kapsamı”
adıyla yayımladığı kitapta bu zihniyetin “teorisi” açık bir şekilde görülmektedir. Devlettoplum
ilişkisi ve rejimin ana hatlarının çizildiği kitapta millî güvenlik konusunda şöyle denilmektedir.
Hemen hemen ülkelerin tümünde özel olarak oluşturulmuş kuruluşlarca, millî
güvenlik konuları (politikası ve stratejisi dâhil) ele alınmakta, ülkenin çıkarlarına göre karşılaştırılmakta ve uygulanmaktadır. Bu sistem içerisinde; ülkenin Millî Güvenlik Politikasının belirlenmesi, uygulanması ile ilgili kararların alınması, Millî Güvenlik Politikasını ve stratejisini etkileyecek Millî Güç Unsurlarını ve ülkenin siyasi, sosyal, iktisadi, kültürel ve teknolojik gelişmelerinin takibi ve değerlendirilmesi sürekli olarak yapılır. Bu itibarla; Millî Güvenliğin sağlanması ve millî hedeflere ulaşılması için hareket tarzlarına ait esasların tespiti; yani millî
güvenlik politikasının belirlenmesi; çok büyük araştırma değerlendirme isteyen idari sistem içinde işbirliği ve koordinasyonu ve mutlaka çok özel ihtisas birikimi gerektiren gizliliği ; çeşitli baskı gruplarının etkisine maruz kalmaması gereken konular ğu için, hazırlık ve takip bakımından özel bir sisteme
bağlanmış bulunmaktadır. Millî güvenliğin korunması ve kollanması maksadıyla araştırma, inceleme, değerlendirme, karar alma, uygulama vb. işlemlerinin; demokratik düzen içinde fakat daha kısa yoldan, gizliliğine halel gelmeyecek
tarzda ve özelliği dolayısıyla ihtisas kurallarına daha fazla uymayı sağlayan bir sistemle oluşturulması gerekmektedir. Bu sistem millî güvenlik sistemi olmaktadır.
102 RP Hükümetinin devrilmesinden birkaç ay sonra, 55. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Başbakanı Mesut Yılmaz
döneminde, 1 Eylül 1997 tarihli ve B.02.PPG.0.12383/20062 sayılı Genelgeyle Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi
Yönetmeliği uygulamaya girmiştir.
103 Mustafa Erdoğan, Akademisyen - Hukukçu, TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu Dinleme Tutanağı, 18
Ekim 2012, s. 2.
(Devletin Kavram ve Kapsamı, Millî Güvenlik Kurulu Genel SekreterliğiYayınları: Ankara, 1990, s. 43-44.)
1990'larda “sistem”de uygulanan politikalar ekseninden bakıldığında, bu metne bağlıkalındığı görülmektedir. Ancak beraberinde ironi ve çelişkileri de getirerek. 1990'lardademokratik bir siyasi yapının gerekliliği baskı gruplarının “etkisine maruz kli-">li ” biryana, bizzat bu “grupların” millî güvenliğe tehdit olarak algılandığı bir süreç yaşanmış, demokratik talepler asayiş çerçevesinden ele alınıp “bölücülük”, “şeriatçılık” ve “hainlik”
olarak nitelendirilmiştir. Söz konusu “tehdit odakları”, Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğince hazırlanan ve millî güvenlik sisteminin resmi belgesi olarak kamuoyuna
sunulan Millî Güvenlik Siyaset Belgeleri'nde (MGSB) ve Genelkurmay karargâhında
hazırlanan andıçlarda yansımasını bulmuştur.
Millî güvenlik sisteminin “gizliliğine halel gelmemesi” gereken uygulamalarında rejimin karanlık yüzü ile karşılaşılmaktadır. Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis tarafından
Demirel'in başbakanlığındaki DYP-SHP koalisyonu döneminde hazırlanıp Çiller'in başbakanlığı sırasında uygulamaya konduğu öne sürülen, PKK'ya lojistik destek veren kurum
ve kişilerin ortadan rılması, DEP milletvekillerinin okunulmazlıklarının rılması, PKK'ya karşı Hizbullah militanlarının kullanılması ve PKK itirafçılarına tetikçilik, tahsildarlık, taşıyıcılık görevlerinin verilmesini içeren Kale Planı'ndan, Susurluk Kazası'yla ortaya çıkan devlet içindeki “çeteleşme pratikleri”ne, Batı Çalışma Grubu'ndan “Orgeneral Çevik Bir tarafından 1998 yılında hazırlanan ve PKK itirafçısı Şemdin Sakık'ın iddialarını kullanarak Fazilet Partisi, HADEP ve İnsan Hakları Derneği ile bazı gazeteci, yazar ve milletvekillerini hedef alan yıpratma planı”na uzayan bir dizi hukuk dışı yapı ve eylemle karşı karşıya gelinmektedir. Tüm bu gizlilik gerektirten gelişmelerin “demokratik düzen”le bağdaştırılması ise askeri seçkinlerin demokrasi anlayışı ile kavramın 21. yüzyıldaki tanımı
arasında var daha derin bir çelişkiye işaret etmektedir. Ancak bu tanım sorununun ordu ile sınırlı olmadığı muhakkaktır. Kısır bir demokrasi anlayışının hâkim ğu toplumsal düzlemde sürekli bir korku kültürü yaratılarak aranan destek karşılığını büyük ölçüde bulurken, kendi mevkilerini ordunun gözünde görece sağlamlaştırmak ve iktidar rantından daha büyük pay li-">li isteyen farklı konumlardaki siyasi örgütlenmeler de rejimin millî
güvenlik temelinde militerleşmesi sürecine taşeronluk yapmışlardır.104
Türkiye siyasetinde ordu lehine oluşan denge, TSK'nın kurumsal varlığını yeniden üretme kaygısı ile bu kaygı da laik ve modern bir rejim kimliğini koruma-kollama misyonu ile sıkı bir
biçimde bağlantılıdır. Askeriyenin sol siyaset-merkez sağ-siyasal İslam- liberaller-aydınlar gibi çok geniş bir hedefler spektrumuna karşı ması, eksik tasavvurlu bir demokrasi projesiyle hareket ettiğini gösteriyor. İrtica ve bölücülük, askeriyenin varlı-ğına ve muhafız rolünün meşruluğuna hizmet eden tehditler olarak algılandı-ğında da şöyle bir sonuç çıkmakta: Hep “öteki”ler bulan ve onlar karşısın-da hukuk devleti güvencelerini yeterli bulmayarak müteyakkız duran bir re-jimde asker-siyaset ilişkisi hep geri-limli olmaya mahkûm. Dolayısıyla, korunaklı bir rejim; korunacak vatandaşlar, yaşam biçimleri, değerler, taahhütler, kurumlar demek oluyorsa bunu gerçekleştirecek kurum olarak askeriyenin konumu daha da şiddetli bir biçimde korunacak demektir. Ancak bu mantıktan yola çıkarak, Cumhuriyetçi reflekslerin
subay kadrolarınca samimi bir biçimde içselleştirilip bir militer altkültür normuna dönüşmediği de söylenemez. Varoluşunu sürdürme anlamında kurumsal çıkarın korunması
kaygısının da bu kültürle iç içe geçtiğini düşünmek gerekiyor.105
DEVAMI YARIN...
Yorumlar
Kalan Karakter: