Örneğin MGK Genel Sekreterliğinde Psikolojik Hareket Müşavirliğinde iki kadrolu elaman bulunmasına karşılık, Genelkurmay Başkanlığındaki Psikolojik Harekât Dairesi'nde 200'ün
üzerinde personel çalışmaktadır. MGK, bir anlamda koordinatör ve meşrulaştırıcı olarak faaliyet göstermektedir. Bu yönüyle MGK'nın bir anlamda askeri eylemlerin “sivilleştirildiği” bir tampon mekanizması görevi yaptığı açıktır. Bu özellik MGK'nın ayrıcalıklı bir müdahale aracı olarak kullanıldığı 28 Şubat döneminde iyice belirginleşmiştir.
Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği kurumsallaşmış yapısıyla, özellikle 12 Eylül 1980'den itibaren siyaseti ve devlet işleyişini yönlendiren ve takip eden bir birim haline gelmiştir. Daireleri ve diğer birimleriyle kurumun altyapısının önemi, Kurulun önemiyle eşitlenmiş, hatta onu geçmiştir. Yasa tasarısının genel gerekçesi bu açıdan açık ve ilginçtir:
12 Eylül 1980 öncesi devlete müteveccih tehditlerin ulaştığı boyutlar ve tehditler karşısında Millî Güvenlik Kurulu'nun tetkik, araştırma ve incelemeleri sonucu tespit ettiği ve büyük çoğunlukla 12 Eylül'den sonra uygulanan tedbirlerin, ın yürütme, yasama ve yargı organlarınca yerine getirilmemesi veya istenen
şekil veya düzeyde uygulamaya konmaması sonucunda hâsıl durumlarla tekrar karşılaşmayı önlemek için Anayasanın öngördüğü esaslar çerçevesinde kurulan Genel Sekreterliğin görev, yetki ve çalışma usulleri yeni tasarıda yar almış
bulunmaktadır.
Millî Güvenlik Kurulu Kanununun 2. maddesi millî güvenliği, “devletin anayasal düzeninin, millî varlığının, bütünlüğünün, siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik dahil bütün menfaatlerinin ve ahdi hukukunun her türlü dış ve iç tehditlere karşı korunması ve kollanması” şeklinde tanımlar. Bu tanım yürütme organının bütün yetkilerini içermekte, daha da ötesinde sosyal, kültürel, ekonomik ve teknolojik iç gelişmeleri takip edilip yönlendirilecek, hatta müdahale
edilecek millî güvenlik unsurları arasında sıralamaktadır.97 MGK'nın görevleri temelde icrai niteliklidir, bu çerçevede 'devletin millî güvenlik siyasetinin tayini, tespiti ve uygulaması'na ilişkindir. MGK Kanunu devletin millî güvenlik siyasetini ise:
Millî güvenliğin sağlanması ve Millî Güvenlik Kurulu'nun tespit ettiği görüşler dâhilinde Bakanlar Kurulu tarafından tespit edilen iç ve dış savunma hareket tarzlarına ait esasları kapsayan siyaseti;
96 Ali Bayramoğlu (2009); s. 85, 108-112.
97 Ali Bayramoğlu (2009); s. 94-97, 87, 88.
şeklinde tanımlamıştır. Bu çerçevede millî güvenlik politikası, millî güvenlik kavramının kapsadığı alan da dikkate alınırsa eğitimden ekonomiye, dış politikadan siyasi hareketlere tüm
siyasi alanı kapsayan resmi bir devlet politikaları manzumesini ifade eder. Başka bir deyişle uygulayıcılara, yani siyasi iktidarlara çizilen eylem çerçevesini oluşturur. Nitekim millî
güvenlik politikası her aşamada değişime her an açık , ancak belirli sürelerle (beş yılda bir) yenilenen bir metne, Millî Güvenlik Siyaset Belgesi'ne (MGSB) dönüştürülmüştür.
Millî Güvenlik Kurulunun, millî güvenlik siyasetinin işlevini daha iyi kavramak için, en son 31 Ekim 1997 tarihinde değiştirilen MGSB'nin içeriğine göz atmak yeterlidir. 2 kitap ve 10
ekten oluşan 14 maddelik bu belge, iç ve dış tehdit değerlendirmesinin yanı sıra özelleştirme, AB'ye üyelik, adalet mekanizması, mahalli ve kültürel özelliklere yönelik politikaları da bir tür devlet hükmüne bağlamıştır. Bu konular koşullara göre değişen, toplumsal taleplere göre
ivme kazanan, esas olarak siyasi otoriteye ve TBMM'ye ait alanlardır. Bir siyasi partiden
diğerine göre değişiklik gösterecek hususlardır. Siyasi partilerin toplumsal talepleri siyasi kararlara dönüştürme işlevi, yani demokrasi işlevi göz önüne alınırsa, bu uygulama tam tersi
bir akışı getirmekte, devletin siyaset üzerindeki egemenliğini ifade etmektedir. 31 Ekim 1997
tarihindeki MGK'da değiştirilen MGSB'nin basında98 yayımlanan özet metni şöyledir:
Bölücü ve irticai faaliyetler, eşit ve birinci derecede önceliklidir.
Siyasal İslam Türkiye için tehdit unsuru olmaya devam etmektedir.
Türk milliyetçiliği bazı kesimlerce ırkçılığa dönüştürülmek istenmektedir. Ülkücü mafya bundan yararlanmak istemektedir. Bu da bir tehdit unsuru
oluşturmaktadır.
Aşırı sol yine tehdit unsuru olmaya devam etmektedir. Ancak bir yumuşama içinde ğu görülmektedir.
Yunanistan'la ilişkilerde tehdit algılamasına dikkat edilmelidir. Türkiye'nin bir tercihi olmamasına karşın, Yunanistan ile bir çalışmanın çıkabileceği gözden kaçırılmamalıdır.
Yunanistan ile çıkabilecek bir çatışma halinde, Suriye de Türkiye ile çatışmaya girebilir.
Türkiye'nin komşusu ülkelerle ilgili önceki değerlendirmeler aynen
korunmalıdır.
Kamusal alana kaymamak koşuluyla mahalli ve kültürel özelliklerin
geliştirilmesine yönelik düzenlemeler yapılmalıdır.
Adalet ve devletin yönetim sistemindeki eksiklik ve aksaklıkları acilen gidermelidir.
Türkiye'nin Batı'ya dönük yüzünde hiçbir değişikliğe gidilmemelidir.
Türkiye'nin AB'ye tam üyelik konusundaki hedefi korunmalıdır. Ancak bazı Avrupa ülkelerinin bu konudaki olumsuz tutumları göz ardı edilmemelidir.
Bu madde, devletin hassas ve çok gizli bir kararı olması gerekçesiyle gazete tarafından yayımlanmamıştır.
Türkiye'nin dünya ile bütünleşmesine yönelik, özelleştirme de dahil ekonomik çabalar artırılmalıdır.
Türk Cumhuriyetleri'yle ilişkiler güçlendirilmeli ve bu ülkelerin yönetimlerinin gücünün korunmasına destek olunmalıdır.
Bu belgeyi hazırlama yetkisi Başbakana ait olsa da, fiili olarak belgenin hazırlanmasındaki
inisiyatif ve yetki Silahlı Kuvvetler'e aittir. Belgeye ilişkin çalışma önce Genelkurmay karargâhında yapılmakta ve MGK Genel Sekreterliğinde son halini li-">li ta, MGK üst
98 İşte o belge. Hürriyet Gazetesi, 9 Ağustos 2001. (http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=9021 Erişim: 1 Eylül
2012).
kuruluna sunulmakta ve daha sonra Başbakan tarafından neredeyse zorunlu olarak onaylanmaktadır. Başbakan'ın verdiği bu “güdümlü talimat” sonrasında ve bu talimata göre
Millî Strateji Belgesi oluşturulmakta, içinde tehdit değerlendirmelerinin de yer aldığı MASK (Millî Askeri Stratejik Konsept) hazırlanarak Askeri Şûra'ya getirilmekte tekrar Başbakanın
onayına sunulmaktadır.
İç Tehdit Algısı
1996 İlkbaharında Silahlı Kuvvetler, Millî Askeri Stratejik Konsept'te yaptığı bir değişiklikle ülkeye yönelik tehdit değerlendirmesinde ilk kez birinci sırayı iç tehdide vermiş ve buna göre yeniden yapılanmıştır. İç tehditle özellikle irticai hareketler ve iktidardaki RP kastedilmiş,
Askeri Şûra'da Başbakan Erbakan kendisinin ve partisinin kastedildiği bu metni onaylamak zorunda kalmıştır. Anti-siyaset mantığı üzerine oturan, demokratik değer ve kurumların tam
tersi bir güzergâhta ilerleyen bu durumu en basit şekliyle eski Genelkurmay başkanlarından
(1990-1994) Doğan Güreş, 1997 yılındaki bir açıklamasında şöyle ifade etmektedir:
Anayasamızda tanımlandığı gibi MGK, Millî Güvenlik Siyaseti'ni tayin eder ki, bu bütün politikaların tanrısıdır, anayasasıdır. Buna aykırı davranılması düşünülemez.
Bu le 1982 Anayasası, 'MGK hükümete tavsiye eder' ifadesi yerine 'bildirir' ifadesini kullanmıştır. Anayasal durum bu ğuna göre MGK kararlarının tavsiye mahiyetinde değerlendirilmesi yanlıştır.
27 Mayıs ile 12 Eylül, hatta 12 Mart sert ve ani darbelerdi. Fiilen askerin iktidara el koymasıyla meydana gelmişlerdi. 28 Şubat ise askerin silah gücü ve mevzuat desteği ile yetinmeyip, medya üzerinden kamuoyunu seferber eden ve kamuo-yunda meşruiyet arayan bir girişimidir. Daha ötesi; demokrasinin şekli olarak ve askeri vesayet altında çalışmaya devam eden kurumlarından güç alma-ya çalışan bir müdahaledir. Bu müda-hale, MGK başta olmak üzere anayasal kurumlara yeni işlevler yükleyip, bun-ları kullanarak siyasi karar hiyerarşisi-ni bozan, sonuç olarak, “şekli işleyişi-ne dokunmadığı demokrasiyi militari-ze eden”, tekeline aldığı siyaseti ve tehlike mantığına endeksleyen bir niteliğe sahiptir. Emsal oluşturması açısından Psikolojik Harekât Şubesi-nin faaliyetleri ele alınabilir. Genelkur-may Başkanlığındaki Psikolojik Hare-kât Şubesi, 28 Şubat döneminde Psiko-lojik Harekât Dairesi'ne dönüşmüş, personel sayısı arttırılmıştır. Bu da yetmemiş psikolojik harekât sadece bu daire tarafından değil, aynı da Genelkurmay İstihbarat ve Harekât Başkanlıkları tarafından da yürütülmüştür. Genelkurmay Başkanlığı Psikolojik Harekât Dairesi'nin 1997
yılı faaliyetleri bir “emniyet istihbarat notu”nda şöyle özetlenmiştir:99
Genelkurmay Harekât Başkanlığı'na bağlı Psikolojik Harekât Dairesi 5 şubeden oluşuyor. Diyarbakır, Elazığ ve İstanbul'da toplam 150 subay ve astsubaydan oluşan gruplar da var. Gruplarda görevli personel sivil ve sakallı olarak çalışıyor. Bu daire tarafından bu yıl yapılan ve yasal olmayan en önemli faaliyetler şunlar: RP'nin aleyhine haber hazırlayarak basına vermek ve yayımlanmasını sağlamak, şu ana bu dairede hazırlanan 200'den fazla haber gazetel-erde yayımlandı. Çiller'in “şerefsiz onbaşı” sözüne tepki olarak DYP Ge-nel Merkezi önünde yapılan ve Gazi-ler, Emekli Subaylar ve Emekli Ast-subaylar Derneği üyelerinin katıldığı gösteri yine bu dairece düzenlendi.
28 Şubat 1997'ye e Türki-ye'ye bir illüzyon yaşatıldığını ifade eden Rıdvan Akar, Komisyonumuza durumu şöyle izah eder:
99 Ali Bayramoğlu (2009); s. 89-92, 97.
Hatırlayalım, 1991 yılından itibaren bir “Müslüman gençlik” olgusu öncelikle gündeme getirildi. Bu örgüt, Beyazıt Meydanı'nda kitlesel eylemler yapmaya başladı. Daha sonrasında Jak Kamhi'ye yapılan suikast dâhil olmak üzere üç önemli suikast eylemi içerisinde üç tane adı birbirinden farklı İslamcı örgüt ortaya çıktı ve bu örgütler yaptıkları eylemle sınırlı lar. Türkiye'deki siyasal örgüt
pratiği, bu örgütten çıkan çeşitli unsurların başka örgütler kurması, örgütlerin sürdürülebilir ve devamlı olması gibi birtakım şeyleri beraberinde getirir. Bu örgütler bir anda buharlaştılar. Yani bir konjonktür içerisinde en çok ğumuz örgütler, bir anda buharlaşıp ortadan yok lar. 12 Eylül'ün baş
düşmanı komünizmdi ya da aşırı cereyanlar. İşte, bunun içerisinde ülkücü hareket de kısmen sayılıyordu, kısmen de Konya mitinginden hareketle irticayı ama asli
olarak komünistler yani sosyalistler, devrimciler hedef alınmıştı.
DEVAMI YARIN...
Yorumlar
Kalan Karakter: