“Bizim kurtarılacak bir şeyimiz yok.” İhtilal yapanların kullandıkları şey: “Memleket uçurumun kenarına geldi. Bölünüyordu memleket de onun için biz el koyduk.” oluyor. Kullanılan gerekçe bu. Bu gerekçe, yani “memleket bölünüyor.
Memleket uçurumun kenarına geldi. Çöküyoruz, yıkılıyoruz.” gerekçesi aşağı yukarı bütün ülkelerde ihtilalcilerin kullandığı gerekçedir ve memleketimizde de 1912'deki subayların meydana getirdiği bir grubun beyannamesi de budur, bu oraya dayanır ve 27 Mayıs beyannamesine bakıyorsunuz, aynı şey, “Memleket çöküyordu. Ülke bölünüyordu. Ne yapalım? Biz el koyduk.” Vatandaş da diyor ki: “Memleket madem çöküyormuş,
bölünüyormuş, ordu el koymuş, yani?” “İşte, el koymuş!” Sonra anlıyor neyin ne ğunu falan. 12 Eylül'e gelirseniz, o da aynı şey. Yani farklı farklı şeyler olmalarına rağmen, gerekçeleri hepsinin aynıdır. Bu gerekçeden Türkiye'yi kurtarmak lazım. Şu manada söylüyorum: “Kurtaralım” talebi karşısında veya
teklifi karşısında “Neyi kurtaracaksın?” diyebilmeli vatandaş. “Bizim kurtarılacak bir şeyimiz yok.” diyebilmeli. “Kurtaralım” diyorsa, “Gel kurtar kardeşim” dememeli. Bunu çok önemsiyorum yalnız. Bu “kurtaralım” aşağı yukarı tesirsiz
hâle getirilmesi lazım önemli, çok önemli bir olay.
O 27 Mayıs ki Adnan Bey'i astı. Eğer bir ülkede Meclisi hapishaneye
götürürseniz, o ülkede ondan sonra seçim manasını yitirmiştir ve bir kere
başbakan asarsanız, ondan sonra gelecek başbakanların hepsi çalıştığı oda darağacı görür. Bunlar yapılmış. Yani şimdi bugün “Bunlara bir şey yapalım.” diye söylemiyorum bunları, bunlar yapılmış ama şimdi, bütün bunlar bu ülkede şeyler. Ben Türkiye'nin uğradığı zararları söylüyorum. Darbe hem rejiminize zaaf getiriyor hem de bu ülkede 27 Mayıs bayramı . Belki bir kısmınız hatırlamaz, yaşınız müsait değil, bayram yaptık 27 Mayısı. O 27 Mayıs ki Adnan Bey'i astı.
Yassıada'nın hayaleti! Siz, neler çektiler o adamlar biliyor musunuz
Yassıada'da, Yassıada'ya gidenler? Onların, karısı, kızı, çoluk çocuğu nasıl sefil biliyor musunuz? Nasıl sefil lar? Ne büyük eziyet yapıldı o insanlara biliyor musunuz? Yalnız o insanlara değil, onlara oy vermiş insanlara da… Yani çok önemli hadise. Korkular, bu şeyin getirdiği korkuları küçümsemeyin. Korku insani bir şey. Yani herkesten kahramanlık bekleyemezsiniz.
Amerika Senatosundaki senatörler okuma yazma bilmezdi. Bizim
demokrasimizde elit, halkı beğenmi-yor. Elit, sistemi de beğenmiyor. Yani daha pratik çözümler arıyor, yeni metotlar arıyor, yeni şeyler arıyor ve onları sistemden önce koyuyor orta yere. Şöyle beğenmiyor: Yassıada'da hâkim birisine ki “Otur, otur, cahil oy çoğunluğunun mümessili!” Halkı beğenmiyor adam. Elit, halkı beğenmiyor. Bizim demokrasimizdeki sıkıntı o. Halka kendisini kabul ettirinceye “Bu halk güzel halktır, bunun bir sıkıntısı, bir şeyi yoktur, başka emleketlerin…” “Efendim, cahil halk.” Okumuşluk diyorsan, şimdi yüzde 95'e çıkardık okur iyesini. Kaldı ki başka memleketlerde, demokrasinin ğu, yapıldığı memleketlerde okumuşluk diye bir şey yoktu. Amerika Senatosu
kurulduğu senatörler okuma yazma bilmiyordu, parmak bastılar şeye. Bütün hikâye, bütün bu kargaşanın içerisinde elitin halkı kucaklaması. Halk da eliti beğenmiyor. Bunlar la aşılabilecek şeyler. Daha çok şehirleştikçe…
Yüzde 80 köylü kalamayız. Daha çok şehirleştikçe ve daha çok okudukça, daha çok zenginleştikçe -çok önemli bir hadise- bunların hepsi kalkacak orta yerden.78
78 Süleyman Demirel, Türkiye Cumhuriyeti 9. Cumhurbaşkanı, TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu
Dinleme Tutanağı, 7 Haziran 2012, Ankara Güniz Sokak, s. 4, 5, 10-12, 16, 17, 47.
Samuel Huntington: “Toplum sofistike hâle çe asker onu yönetemeyeceğini anlar ve işi
uzmanlara bırakmak mecburiyetinde kalır.” diyor ancak bu genel sosyolojik izahtan somuta inersek bundan sonra darbe olmaması için iki şeyin olmaması lazım. Bir, asla ekonomik kriz olmamalı. İki, asla hükümet krizi olmamalı; çünkü koalisyonlar ülkeyi düzgün edemez.
Türkiye, koalisyonlarla onlarca yıl kaybetti; 60'lı yılları koalisyonlarla kaybetti, 70'li yılları koalisyonlarla kaybetti. 80'li yıllar Özal dönemidir tek başına iktidara geldiği, 90'lı yıllar
koalisyonlarla kaybedildi. Cumhuriyetin ortalama kalkınma hızı yüzde 5'tir, hâlbuki Uzak Doğu'da ortalama kalkınma hızı yüzde 10'dur, yüzde 11'dir. İtalyan siyaset bilimci LaPalombara göre; yeni kurulan devletlerde, yani uluslaşma sürecindeki devletlerde farklı
kültürleri, farklı bölgeleri birleştiren çatı partileri muvaffak olursa hem demokrasi başarılı olur hem ulusal bütünleşme/ulusal entegrasyon başarılı olur. LaPalombara örnek olarak da, Hindistan Kongre Partisi'ni vermektedir. Hindistan'da demokrasi niye bu devam ediyor diye sorar. Çünkü 1948'den yani Hindistan kurulduğundan beri, Hindu'yu, Müslüman'ı, zengini, fakiri toplayan bir Kongre Partisi var. Lakin bu çatı partileri tahrip edilirse yahut başarısız kalırsa veya herhangi bir şekilde engellenirse o vakit politika dağılır, ülkenin yönetimi zorlaşır ve alt kimlikler politize olur. Türkiye'de askerler bunu okumuş olsalardı Menderes'in partisini kapatmazlardı. Bugün Kürt meselesi bu hâle gelmemiş olurdu, çünkü ayrı bir Demokrat Parti aidiyeti ve Cumhuriyet Halk Partisi aidiyeti olurdu.
Demokrasinin en büyük teminatı; Güneydoğu'dan da, İzmir'den de oy alan güçlü bir sağ parti ve onun rakibi güçlü bir sol partinin olmasıdır.79
Türkiye Büyük Millet Meclisinin, yasama organı sıfatıyla; darbe anayasalarını yürürlükten ramadı-ğını, topluma bir bütünlük içinde demokratik anayasa sunamadığını, bir kanun maddesini değiştirmek için saatleri yutan köhne usulünü dönüştüremediğini ifade eden Ahmet İyimaya, siyaset kurumunun ortak günahını açıklar:
Yasama organı, tarif edilmemiş bir krizin için r. Büyük Meclisin milli iradeyi kurallara dönüştürme kapasitesi, işlevsel zaafa uğramıştır. Meclisin, şartları oluştuğunda kendiliğinden işleyen kurumsal refleksi yoktur. Bu sonuç, siyaset kurumunun sistemli ihmalinin acı semeresidir. Siyaset kurumunun ortak günahı, yine siyaset kurumunun ortak girişimiyle ancak silinebilir.80
Darbe kırılmalarını yaşamış ve demokratik konsolidasyonlarını tamamlamış ülke parlamentolarının darbe sonrası pratikleri, olağan dönem süreçleri bakımından ufuk açıcı örneklerle doludur. 2007 yılında İspanya Temsilciler Meclisi tarafından kabul edilen “Tarihin Anısından Kurtulma Yasası (The Law on the Recovery of Historical Memory)”, Franko rejimini kınamakta, mağduriyetleri telafi edici ekonomik hükümler içermekte ve toplu mezarlarda yakılma ve benzeri kayıpların açığa çıkarılması yolunda hükümler içermektedir. Ayrıca, Yargıç
Baltasar Garzon'un uluslararası hukukun kendisine yetki verdiği içtihadı ile kurduğu cesur kararlar da anılmaktadır.
Aynı şekilde Arjantin örneği de öğreticidir. Arjantin Parlamentosu yürürlüğe girmiş askeri affın rılması kararını almış, yargılama sonunda darbeciler mahkûm olmuş, darbede zarar görenler için tazminat düzenlemelerine gitmiştir. Bu ülkede 2000 yılına ödenen yaklaşık tazminat tutarı, 750 milyon dolardır. Portekiz, Şili, Yunanistan benzer örneklerle doludur. Türkiye'nin 1960, 1971, 1980 ara rejimleri ve akla geldiğinde verilen muhtıralar
sırasında veya sonrasında genellikle susması, istisnaen de söylemin dışında kurumsal çözümler üretememesi sorgulanmalıdır. Silahlı Kuvvetleri, koruma ve vesayet yükünün
79 Taha Akyol, Gazeteci, TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu Dinleme Tutanağı, 4 Ekim 2012, s. 21.
80 Ahmet İyimaya, Siyaset Kurumunun Ortak Günahı Yasama Reformu, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Sayı 93, Mart-
Nisan 2011, s. 284.
bozucu ve tahrip edici ağırlığından kurtarmak, yurt savunmasını kamu görevinin geniş alanına özgülemek, yasama reformunun da ön koşuldur. Darbe ve muhtıraların birincil
muhatabı, Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir.81
Türkiye'de bir asker sorunu ğunu söyleyen Hasan Cemal, meseleyi etraflıca tarif eder: “Ne midir asker sorunu? Kendi vatandaşlarının bir bölümünü Türkiye düşmanı ilan edebilmektir. Halkın oyuyla seçilmiş bir parlamentoda çoğunluğun, meşru anayasal kurallar içinde gösterdiği bir adayın cumhurbaşkanı seçimine karşı çıkmaktır. Rejim içinde Çankaya'yı kendi tekelinde tutma çabasıdır. Kürt sorununda, Kıbrıs'ta, Ermeni meselesinde, AB konusunda
kendi anlayışı dışına çıkanları 'vatan hainliği'ne varan suçlamalarda bulunacak ölçüde kendi ezberine inanmaktır. Darbeler yapmak, rejime müdahalelerde bulunmaktır. Siyaseti
istikrarsızlaştırıcı ve sivil siyaset alanını daraltıcı yasaklar koyarak, siyasal normalleşmeyle demokratik olgunlaşmayı geciktirmektir. Kendi düşüncelerine, kendi ezberlerine körü körüne bağlı olmak, onları sorgulamaktan uzak durmak, sorgulamaya kalkışanları psikolojik yöntemiyle korkutmak, etkisiz kılmaya çalışmaktır. Evet, Türkiye'nin asker sorunu vardır.
Türkiye'de asker sorunu, aynı da bir 'Sivil Sorunu'dur.”82
Mümtaz'er Türköne soruna farklı bir açıdan yaklaşır: “Halkın orduya güv-endiğini, askerlerimiz gururla ifade e-diyor. Peki, bu doğruysa, askerine gü-venen halka, asker güvenmiyor? Neden onun sandıkta yanlış kararlar aldığını, lâikliği ve cumhuriyeti ona karşı korumak gerektiğini, hatalarının ancak darbelerle düzeltilebileceğini düşünüyor? Neden bu halkın reşit olmadığını ve sürekli vesayet altında tutulması gerektiğini öne sürüyor? O , güvenilmez bir halkın güvendiği orduya gerçekten güvenilebilir mi?” Türk ordusu bu ı kaybetti; çünkü bu yanlış bir tı. Bir ordu kendi halkına açar mı? Kendi halkına açan ordunun, işgal ordusundan ne farkı kalır? Silahının parasını, maaşını,
askerini aldığı halkı düşman ilan eden bir ordunun zafer kazanma ihtimali olur mu? Yanlış lar kazanılamaz. Halkına karşı örtülü bir yürüten ordu. Kendisini var eden her şeyi
tahrip etmeye girişir. Halkı hedef alınca, insanı koruyan devlet, devleti var eden hukuk ortadan kalkar; geride ne savunulacak bir ülke ne sarılacağınız değerler kalır.83
İki yüzyıl önce Thomas Jefferson şöyle demektedir: “Toplumun en üst gücünün emanet edilmesi için halkın kendisinden daha güvenilir bir şey bilmiyorum. Eğer yurttaşların kendi
denetimlerini, sağlıklı bir akılla yapacak ölçüde aydınlanmamış klarını düşünüyorsak,
bunun çaresi denetimi onların elinden geri li-">li değil, onları bilgi sahibi kılmaktır.”
Amerikan toplumu Jefferson'un öneri-sine uydu, demokrasiyi kökleştirdi. Jefferson'un halkı, bugünkü Türk toplumundan daha geri bir dünyada yaşıyordu.
DEVAMI YARIN...
Yorumlar
Kalan Karakter: