Eylül rejimi yapılanmasının temsilini bulduğu, diğer bir ifadeyle militarist söylemin etkin bir şekilde üzerine sindiği en önemli yasal düzenleme 1982 Anayasası . Siyasi hiçbir
temsilcinin içinde yer almadığı ve tümüyle bürokratlardan oluşan “Danışma Meclisi” tarafından hazırlanan 1982 Anayasası; devlet dışındaki tüm kurumlar ve kişilere mesafeli bakan, devletin bu kurumlar ve kişileri denetlemesine öncelik veren, bu denetimi mümkün
kılan merkezi kurumları öngören, devlet dışındaki kurum ve kişiler arasındaki yatay bağı/bağlantıları kesen, kişi ve kurumları hiyerarşik bir şekilde devlete bağlayan ve
özgürlüklerin istisnalarla sınırlandırıldığı bir anayasa . Kısacası 1982 Anayasası militarist
söylemin temel özelliklerini içinde barındıran yasal bir metin olarak görülebilir.
Anayasanın 118. maddesi, MGK'nın tavsiye alanı “millî güvenlik alanını” tanımlamış ve “toplumun huzur ve güvenliği” sivil alanı, açık bir şekilde millî güvenlik alanına dâhil etmiştir. Bunun yanı sıra, “tavsiye eder” ibaresi ile değiştirilerek Bakanlar Kurulu'nun MGK
kararlarına bağlılığı daha da artırılmıştır. Dikkat çekici bir husus, bu ibarenin Anayasa taslağında “hükümetin uymakla yükümlü ğu tavsiyeler” şeklinde geçmiş
olmasıdır. Söz konusu ifade, dünyadan gelecek tepkiler göz önüne alınarak yumuşatılsa da, ifşa ettiği en önemli şey, “dikkate alır” ifadesinin askerin gözünde bir tavsiyeden çok, emir
olarak görüldüğüdür.57
1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yasasının 35. maddesinde:
“Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş Türkiye Cumhuriyetini Kollamak ve Korumaktadır.” hükmü yer li-">li tadır. Bu düzenlemenin
geçmişi 1935'lere dayanmaktadır.
1935'te 2771 sayılı Ordu Dâhili Hizmet Yasasının 34. maddesinde; “Ordunun vazifesi, Türk yurdunu ve teşkilatı esasiye kanunu ile (Anayasayla) tayin edilmiş
Türk cumhuriyetini kollamak ve korumaktır. Ordu, askerlik sanatını
öğrenmek ve öğretmek ile vazifelidir. Bu vazifenin ifası (yerine getirilmesi) için lazım tesisler ve teşkiller (kurumlar ve örgütler) kurulur ve tedbirler alınır.” şeklinde idi.
1961'de çıkarılan 211 sayılı Yasa ile 'kollamak ve korumak' ile ilgili hüküm ayrı bir maddede yapılmıştır. İlk Yasanın 34. madde dışında samsun oto kiralama hükümlerinden pek çoğu 1938, 1945, 1949 ve 1953'te değiştirilmiştir. Yasa, 1961'de 211 sayılı Yasa ile tümden yürürlükten rılmıştır.
1930'lu yıllarda, millî bağımsızlık mücadelesinin anıları ile yaşayan bir meclisin “Türk yurdunu ve teşkilatı esasiye kanunu ile tayin edilmiş Türk Cumhuriyetini Korumak ve
Kollamak” derken ne kast ettiği tahmin edilebilir; fakat 26 Mayıs 1960 günü Hükümet aleyhinde gösteri yapan Harp okulu öğrencilerinin başındaki subay ile 12 Eylül 1980 günü
Parlamentoyu feshederek ülke yönetimine el koyan generallerin hareketi, yasa koyucunun vermek istediği mesajda yer almamaktadır. Aksine yasa koyucu aynı Yasanın bir başka maddesinde:
Madde 43: Türk Silahlı Kuvvetleri her türlü siyasi tesir ve düşüncelerin dışında ve üstün r. Bundan ötürü silahlı kuvvetler mensuplarının siyasi parti ve derneklere girmeleri, bunların siyasi faaliyetleri ile münasebette bulunmaları, hertürlü siyasi gösteri, toplantı işlevine karışmaları ve bu maksatla nutuk ve beyanat vermeleri ve yazı yazmaları yasaktır.
diyerek ordunun siyaset dışında olması gerektiğini açıkça hükme bağlamış, farklı davranışta bulunmayı yasaklamıştır. Bu uygulama yasanın çıkarıldığı 1930'lu yıllar için de aynıdır. 1934'te
57 Ali Balcı (2011); s. 118, 121-123.
Başvekil İsmet İnönü imzasıyla parlamentoya sunulan tasarının 34. maddesinde ordunun
vazifesi: “Türkiye vata ve cumhuri-yetini müdafaa etmek” şeklinde yazılırken de askerin siyaset dışı kalmasına özen gösterilmiştir. 58 Millî Müdafaa Encümeninin, ordu vazifesinin daha iyi anlaşılması ve bu vazifenin iyi öğretilmesi maksadıyla, 34. madde metninde değişiklik yaparak 'Türkiye vatan ve cumhuriyetini müdafaa etmek' yerine 'Türk yurdunu ve Teşkilatı Esasiye Kanunu ile tayin edilmiş Türk Cumhuriyetini kollamak ve korumak' diye hükümet tasarısında değişiklik yapması, kesinlikle, Silahlı Kuvvetlerinin siyasete müdahalede bulunması gerektiği anlamına gelmemektedir.59 Ordunun 2004 yılı itibariyle, hâlâ siyasetle uğraştığını Alper Görmüş şöyle anlatır:
Günlüklerin 4 Kasım 2004 bölümünün sonrasında, çeşitli kolordu ve ordularda Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarına verilen brifinglerin tam metni yer alıyor. Bu brifingler, TSK'nın yalnız Genelkurmay ve kuvvet komutanlıkları karargâhları iyesinde değil her iyede yoğun bir politik hareketliliğin yaşandığını; siyaseti ve hükümeti izleme - denetleme faaliyetinin gerçekleştirildiğini gösteriyor. Brifinglerin tamamını okuduktan sonra, zihnimde tam bir siyasi parti canlandı. (Türk Silahlı Kuvvetleri Partisi-TSKP): Bu partinin genel merkezi Genelkurmay ve kuvvet komutanlıkları karargâhları; il merkezleri ordu karargâhları; ilçe ve belde merkezleri ise kolordu ve daha küçük askeri birliklerin karargâhlarıy-dı. Bilgiler, tıpkı bir siyasi parti organi-zasyonunda ğu gibi aşağıdan yukarıya iletiliyor, genel merkez de bu bilgileri yorumlayarak
TSKP'nin60 izleyeceği siyaseti belirliyordu.61
Toplumdan yalıtılmış, kendisine mahsus ayrıcalıkları , bazı araştırmacıların deyimiyle 'bir
zümre teşkil eden' bir kurumla karşı karşıya olmanın ötesinde, anayasal sistem içerisindekivesayetçi konumunu koruma kaygısı da var. Bu vesayetçi konumun sisteme yansıyan pek çok
unsuru var. Bir defa, Türkiye'de silahlı kuvvetlerin hukuki statüsünü düzenleyen mevzuata doğrudan veya dolaylı olarak bakıldığı ; Millî Güvenlik Kurulunun anayasal
konumunun dışında, Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği Kanunu, Genelkurmay Başkanının Görev ve Yetkilerine Ait Kanun, Millî Savunma Bakanlığı Görev ve Teşkilatı
Hakkında Kanun, Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu, Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu ve bunlara benzer birçok mevzuatın, esas itibarıyla 1960 darbesinden sonraki ortamda Silahlı Kuvvetlerin sistem içerisindeki konumunu pekiştirmek üzere yapıldığı görülmektedir. Türkiye'de bu mesele de başka meseleler yanında kökten ele
alınmadığı sürece yani silahlı kuvvetlerin hukuki statüsünün demokratik, çoğulcu, Batılı
tarzda demokrasiye uygun biçimde ve sivil inisiyatifte yeni baştan, öyle palyatif tedbirlerle, 35'inci maddeyle şu veya bu ölçüde oynayarak değil de kökten düzenlemedikçe, meselenin
bir yönü eksik kalacaktır.62
58 Hikmet Özdemir (1993); s. 233, 234, 235.
59 Buna rağmen, sorunu başka açılardan inceleyen tanınmış bazı yazarların, 35. maddeyi darbelerin yasal dayanağı olarak gördükleri bilinmektedir Şevket Süreyya Aydemir şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Kendi iç hizmet kanununa göre bütün batı demokrasileri arasında ordu, yalnız bizde devletin koruyucusu ktan başka bir de düzenin gözetleyicisidir. Yani Türk ordusunun iç hizmet kanunu bizde orduya, ülkenin sınırlarını savunmaktan başka, bir de Cumhuriyet kurumunun ve sosyal siyasi düzenin gözetleyicisi olmak zihniyetini vermiştir. Ordu. Bu kurumun ya da onun getirdiği düzenlerin sarsıldığını görünce yasama ve yürütme organlarına müdahale edebilir.” Hikmet Özdemir (1993); s. 238.
60 Alper Görmüş'ün tespitleri Samuel Huntington'ın şu sözünü hatırlatır: “Türkiye, 1920'lerin sonunda siyasi generallerin bir siyasi parti yarattığı ve bu partinin siyasi generallere son verdiği ülkelere, Meksika'yla birlikte örnek oluşturmaktadır.”
61 Alper Görmüş; İmaj ve Hakikat Bir Kuvvet Komutanının Kaleminden Türk Ordusu, Etkileşim Yayınları, İstanbul,
2012, s. 302.
62 Mustafa Erdoğan, Akademisyen - Hukukçu, TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu Dinleme Tutanağı, 18
Ekim 2012, s. 2.
Türk Anayasa eğinde ve yasala-rında silahlı kuvvetlerin parlamenter sistememüdahalesini meşru ve hukuk açısından yerinde gören bir düzenleme olmaması bir yana,Anayasa koyucu bu tür mekanizmalara anayasada yer verilmesini de 'tehlikeli' bulmuştur.
Ayrıca Silahlı kuvvetlerin kime karşı hangi koşullarda ve kimler tarafından kullanılabileceğinide açık hükümlerle düzenlemiştir. Buna rağmen:
Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev, ya üst makamlardan verilir, ya da durumdançıkarılır. (Türkiye'de Yıkıcı ve Bölücü Akımlar, Kara Kuvvetleri Komutanlığı, 'Hizmete
Özel Yayın', 1982, s. 6).63
şeklindeki maksadını aşan yorumlar, konunun açıklığa kavuşturulması ihtiyacını ortaya koymaktadır. Bu çerçevede, yasa yapıcı tarafından yanlış yorumlara son vermek maksadıyla, mevcut anayasadan başlamak üzere, özellikle darbe dönemlerinde çıkarılan ve halen
yürürlükte binlerle ifade edilebilecek kanun, tüzük, yönetmelik, genelge vb. düzenlemelerin, demokratik ve sivil bir anlayışla beyaz ve yeni bir sayfa açmak şeklinde ele
alınma zorunluluğu vardır.
1950'deki genel seçimlerde Demokrat Parti'nin ezici çoğunlukla seçimi kazanması, halkın oyuyla 27 yıllık tek partili rejime son vermiştir; ama bu dönemdeki Resmi Türkiye'nin yapısı,
misyonu ve konumu çok az değişmelerle ğu gibi devam etmiştir. Temel ilkeler, hedefler,
yönelişler korunmuş, sadece bazı ufak tefek rötuşlar ve restorasyonlara gidilmiştir. Resmi Türkiye'nin yapısı ve misyonunda sapmanın ğuna inanıldığında 1960, 1971 ve 1982'de
ordunun darbeleri gelmiştir. Bir bakıma öteki Türkiye'nin çok partili rejimle ele geçirdiği sandık ve bazı hürriyetler yoluyla Resmi Türkiye'yi dönüştürme ve kendine yaklaştırma
çabaları; ordunun darbeleri, insan hakları ihlalleri ve anti demokratik yöntemlerle durdurulmuş ve bozulan dengeler Resmi Türkiye'nin lehine yeniden yerli yerine konulmuştur. 1960 darbesinden sonra hazırlanan 1961 anayasası, 1971'de yapılan değişiklikler, 1980 darbesinin ürünü 1982 anayasası gelişmeleri Resmi Türkiye'nin lehine kurumlaştırmıştır. Türkiye'nin, ulusal ve evrensel gelişmeleri pek ciddiye li-">li sızın dirençle, inatla ve içine kapanarak yoluna devam ettiği söylenebilir. Bunun ne böyle sürüp
gideceği ise cevapsız bir soru olmakla birlikte sonunda Resmi Türkiye'nin Öteki Türkiye'nin gelişmesi karşısında pes etmesi mukadderdir.64
9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel-in 1982 Anayasası referandumuyla ilgili olarak: “…Hadi diyelim ki halk bir şey yapamadı. Yani 1980 darbe-sinden sonra yapılan referanduma gidip yüzde 92 oy vermeye mecbur mu yani? O belimiz kırılıyor, “Hürriyet” diyenlerin, ondan sonra “Adalet” diyenlerin beli kırılıyor. 'Yüzde 92 oy aldım kardeşim.' diyor.”65 Bu tespitin çok da yerinde olmadığı, referandumun olağanüstü şartlarda yapıldığı ve halk üzerinde mevcut darbe ortamının oluşturduğu baskının alınan sonuçta çok etkili ğu hususu, 1989 yılında Işıl Alatlı'nın yaptığı Türk seçmeninin siyasi bilincini ele alan
araştırmada ortaya çıkmıştır.
DEVAMI YARIN...
Yorumlar
Kalan Karakter: