Demokratik bir toplumda, çoğunluğun yönetimi, bireysel insan haklarının güvenceleri ile birlikte var olmalıdır ki, bu da, karşılık olarak, ister etnik, dinsel veya siyasal ya da ister çekişmeli bir yasama sorunu ile ilgili tartışmada kaybedenler anlamında olsun, azınlıkların haklarını korumayı sağlamaktadır. Azınlıkların hakları, çoğunluğun iyi niyetine bağlı değildir ve çoğunluk oyuyla ortadan rıla-maz. Bu itibarla demokrasinin temel dayanakları şu başlıklar altında sıralanabilir: Halk egemenliği, hükümetin yönetilenlerin rızasına dayanması, çoğunluğun yönetimi, azınlık hakları; temel insan haklarının güvence altında olması, özgür ve
adil seçimler, kanun önünde eşitlik, davaların hukuki usullere göre görülmesi, hükümetin anayasa ile sınırlandırılması, toplumsal ekonomik ve siyasal çoğulculuk, hoşgörü ve uzlaşma değerlerinin benimsenmesi.
Aydınlanma filozoflarının 17 ve 18. yüzyıllarda formüle ettikleri 'vazgeçilmez haklar', 20. yüzyılda uluslararası anlaşmalarla garanti altına alınmış ve Temel İnsan Hakları başlığı altında düzenlenmiştir. Bunlar; ifade ve basın özgürlüğü, din özgürlüğü, toplanma ve örgütlenme özgürlüğü, hukuk koruması karşısında eşit olma hakkı, hukuki usullere uygun muamele görme ve adil yargılanma hakkıdır. Bu haklar, tahrip edilmez ve ne toplum ne de devlet bu hakları rabilir veya devredebilir. Bu sayılanlar, her demokratik devletin kabul etmek zorunda ğu hakların çekirdeğini oluşturmaktadırlar. Bu haklar devletten bağımsız olarak var kları için, yasama yoluyla ortadan rılmaları mümkün olmadığı gibi, herhangi bir seçmen çoğunluğunun anlık kaprislerine de tabi değildir. Söz ve ifade özgürlüğü, herhangi bir demokrasinin can damarıdır. Tartışmak ve oy kullanmak, toplanmak ve protesto etmek, ibadet etmek, herkes için adaleti güvence altına li-">li bunların hepsi söz ve enformasyonun sınırlandırılmamış akışına bağlıdır. Otoriter devletlerin aksine, demokratik yönetimler, yazılı veya sözlü beyanların içeriğini ne denetlerler, ne dikte ederler, ne de yargılarlar. Din özgürlüğü, ya da daha geniş anlamıyla vicdan özgürlüğü, kadın veya erkek hiçbir kimsenin, kendi isteklerine aykırı olarak, herhangi bir din veya inancı ikrar etmek zorunda olmaması demektir. Buna uygun olarak, kadın veya erkek, hiç kimse, bir dini diğerine tercih ettiği veya hiçbir dine inanmadığı için kesinlikle cezalandırılmamalıdır. Demokratik devlet, kişinin dinsel inancını tümüyle kişisel bir konu olarak görür. Hukuk önünde eşitlik veya daha sık olarak ifade edildiği biçimiyle hukukun korumasından eşit yararlanma hakkı, herhangi bir adil ve demokratik toplum için temel niteliğin r. Zengin ya da yoksul, etnik çoğunluk ya da dinsel azınlık, devletin siyasal müttefiki ya da muhalifi olsun herkes hukuk önünde eşit korunma hakkına sahiptir.19
1876 yılında Serasker (Genelkurmay Başkanı) Hüseyin Avni Paşa'nın Sultan Abdülaziz'i hal edip intihar süsü vererek katletmesi ile başlayan süreç; “Türkiye Askeri Müdahaleler Tarihi”
için önemli bir milattır. Türkiye'nin bundan sonra karşılaşacağı tüm askeri darbelerde ğu gibi 1876 darbesinde de bir “dış etki, dış güç” mevzubahistir. Abdülhamit döneminde, cuntadaki rolü yüzünden yargılanmak üzere tevkif edileceğini haber alan Mithat Paşa İngiliz
konsolosluğuna sığınır. Çünkü İngiliz büyükelçisi Sir Henry Elliot bu işin organizatörleri arasındadır.20
Avni Özgürel, Sultan Abdülaziz'in katledildiği ve ilk modern darbe olarak kabul edilmesi gereken bu hadise ile ilgili komisyonumuza şunları ifade etmiştir:
19 Türk Demokrasi Vakfı (1992); s. 17-21, 25, 29.
20 Süleyman Paşa ve Sir Henry Elliot; Emperyalizmin Hükümet Darbesi Abdülaziz'in Tahttan İndirilmesi (Çev: Av.
Dr. Faruk Yılmaz), Berikan Yayınevi, Ankara, 2007, s. 25.
Bizim ülkenin ilk maruz ğı bugün anladığımız manada darbe sivil kadroların gerçekleştirdiği bir darbe. Evet, içinde yine asker var ama planlamasını sivillerin yaptığı yani Mithat Paşa'nın yaptığı bir darbe. Bu, Sultan Abdülaziz'in katliyle sonuçlanan bir darbe. Finansmanını V. Murat ve Ermeni bankerlerin yaptığı, insanların yevmiye karşılığı sokaklara döküldüğü, medrese talebelerinin sokaklara döküldüğü bir dizi olayın neticesi “erkânı erbaa” diyorlar yani “dörtlü çete”, Mithat Paşa, Hüseyin Avni Paşa, efendim, Mütercim Rüştü Paşa filan, bu dörtlü çete Padişah'ı tahttan indirdiler, dört gün sonrada Feriye Sarayı'nda katlettiler,
üstelik de buna “İntihar etti.” ler, hâlâ da “intihar” deniliyor. Sultan Abdülhamit bir büyük soruşturma açtı. Bu, Türkiye'deki ilk büyük darbe soruşturmasıdır ve bu cinayetin failleri başta Mithat Paşa olmak üzere hepsi tanık beyanlarıyla yani cinayetin asli faillerinin itirafları, “Evet, biz öldürdük ve emri de falancalar verdi.” diye itiraflarıyla hepsi mahkûm lar. Şimdi, bu yaşadığımız ilk darbe ama bu bir alışkanlık da . Nitekim akabinde Türkiye bir
İttihat Terakki darbesine tanık . Dünyada iktidara gelmiş ilk ve tek çete
İttihat Terakkidir.21
Abdülaziz'in hallinden sonra önce V. Murat ardından II. Abdülhamit tahta çıkar. II. Abdülhamit, darbeci gruba Anayasayı ilan edeceği teminatını verir. 19. yüzyıl başından itibaren Osmanlı devletinin reform asrı diyebileceğimiz dönem, yerini artık inkılâp asrına devretmiş ve Türkiye'nin siyasal hayatında, fikir hareketlerinde yapısal bir değişim başlamıştır. Meşrutiyet hareketi padişahın değil, Babıâli'nin (Osmanlı hükümeti) mutlakıyetçiliğine karşı, gene Babıâli'nin bir kadrosu tarafından başarılmıştı. Meşrutiyete geçiş, bir büyük ihtilalle değil, gene yönetici grubun içindeki bir başka grubun
başrmasıyla/darbesiyle gerçekleştirilmiştir. Bu ilginç görünüme, günümüz tarihçilerinin
bir kesiminin yorumu: Bu bir darbedir ve sapkınlıktır ve de imparatorluğu mahva götüren bir harekettir. 1876 yılının Aralık ayında, imparatorluk yöneticileri anayasayı top sesleriyle ve
anayasanın her şeyi düzelteceği inancıyla ilan ettiler. Mithat Paşa ile o gün başlayan ve bugüne süren bir anayasa romantizmi toplumsal siyasette hâkim olmuştur. Anayasa ile
her sorunun çözümleneceği ve toplumsal, siyasal gelişmenin bu sayede sağlanacağına
inanılmıştır. Yüz yılı aşkın konak bunun böyle olmadığını göstermiştir.22
Sultan Abdülaziz'in hallinin modern Türkiye Cumhuriyeti'ne bakan yüzü önemlidir. Eskiden iktidar değişikliklerinde yeniçerilerin oynadığı rol, artık Nizam-ı Cedid23 döneminin 'modern ordusu' tarafından devralınmış bulunuyordu. Ama bundan sonraki ayaklanmaların asli unsuru 'modern ordu' için kimse mürteci, yobaz, gerici, vb. kavramları kullanmayacaktı.
Artık 20. yüzyılın sonuna modern ordu (zinde kuvvetler) gerektiğinde 'durumdan vazife çıkaracak', ilericilik adına iktidara ya doğrudan el koyacak ya da kuliste kalarak sahneyi düzenlemeyi yeğleyecekti. Herhalde şöyle düşünüyor olmalıydılar: Modern çağda yapılan darbeler ilericidir. Birileri çıkıp da ilerici darbe olamayacağını, darbelerin doğası gereği her gerici ve gericiliğin hizmetinde ğunu, ilerici darbe kavramının eşyanın tabiatına aykırı ğunu söylemediğine (söyleyemediğine) göre, gereği de yapılmayınca, yüzyılların eği sürüp gidecekti.24
21 Avni Özgürel, Gazeteci, TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu Dinleme Tutanağı, 15 Ekim 2012, s. 35.
22 İlber Ortaylı; İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, Alkım Yayınevi, İstanbul, 2005, s. 261, 262, 268.
23 Nizam-ı Cedid: Yeni Düzen anlamını taşıyan kavram, Osmanlı Devleti'nin gerileme devrinde, askerin ıslah ve yenileştirilmesine karşılık gelir. Dar Anlam: Avrupa usulünde yetiştirilmek istenen talimli asker. Geniş Anlam: Yeniçeriliği rmak veya hiç değilse faydalanabilecek şekle getirmek, Avrupa talim usulünü yeni kurulan askeri kuvvetin baskısı ile kabul ettirmek, ulemanın çağdışı düşüncesine karşı koyup nüfuzlarını kırmak, Osmanlı Devleti'ni Avrupa'nın ilim, sanat, ticaret, ziraat, teknik ve sanayide yaptığı ilerlemelere ortak etmek için gelişen yenilik
hareketlerinin bütünü.
24 Fikret Başkaya; Yediyüz, Osmanlı Beyliğinden 28 Şubata: Bir Devlet Geleneğinin Anatomisi, Ütopya Yayınları, Ankara, 1999, s. 226, 227.
Çağdaş bir gelişme “cumhuriyet” kendi içinde önemli değişimler geçirdi. Kontrollü çok partili hayata geçiş denemeleri sistemin kendine ve halka güvensizliği sebebi ile çok kısa
sürelerde otoriter sistemin daha da güçlenmesine dönüşmüştü. 14 Mayıs 1950 genel seçimleri ile tek partili otoriter cumhuriyetten çok partili demokratik cumhuriyete geçildi. On yıllık Demokrat Parti iktidarının ardından başlayan ve yarım asrı aşan demokratik cumhuriyet döneminde gerçekleşen beş ayrı askeri darbe/müdahale, cumhuriyetin
demokratikleşememesinde birinci derecede engelleyici rol oynadı. 1960 ve 1980 darbelerinden sonra mevcut anayasalar yürürlükten rılarak yenileri yapıldı. 1971'de anayasanın üçte biri yenilendi. 1997'de ise rejimin yeniden restore edilmesi için köklü bir
program yürürlüğe sokuldu. Dünya hızla demokratikleşirken Türkiye bu süreci izlemekte zorlanmıştır. Cumhuriyeti demokrasiyle taçlandıramayan Türkiye, yeni bir bin yılda hâlâ asrın başlarında tartıştığı “hürriyet”, “insan hakları”, “hukuk devleti”, “sınırlı devlet”, “özgür
birey” gibi çağdaş kavram ve değerleri tartışmayı sürdürmektedir. 20. yüzyılın refleksleri ve sorunları Cumhuriyetin” demokratikleşmesini engellemekte, devlet elitleri yeniçağın değerler ve kurumlarına karşı ayak diremektedir-ler.25
Türkiye'nin değişim sürecine girdiği 1800'lü yıllardan beri gündeminde muasırlaşma veya yeni tabiri ile modernleşme vardır. Modernleşme; devleti ve toplum kültürünü çağına uydurarak canlandırmak, güçlendirmek ve böylece varlığını devam ettirmek gayesini güder. Peki, bu nasıl olmalıdır? Yeni kurumlar inşa etmek, rejim değiştirmek, gerçek tarihi bir yana atmak ve modernleşmenin gereklerine göre tarihi yeni yorumlarla tekrar yazmak, modernleşmeyi belirli
şekilde tanımlayarak bu tanımlara uymayan kurumları, bazı sosyal sınıfları ortadan rmak veya susturmak modernleşmeyi nihai amaç olarak gören Jakoben bir yaklaşımdır. Fransız ve Rus devrimlerinin yaklaşımları bu olmuştur. Asker, devrimlerin gerçekleşmesini sağlamış,
fakat devlet sini sivillere bırakmıştır. Devlet gücü ile gerçekleştirilen, idealize edilen bu
modernleşme devlet-toplum ikiliği yaratır.
Modernleşmeyi nihai ideal bir amaç değil de toplumun yaşam standardını yükseltme, devlet karşısında hakların koruma aracı olarak ele alırsak o bireyin si ve mutluluğu ön
plana çıkarak değişimin içinde sosyal, tarihsel ve kültürel devamlılık muhafaza edilir. Bu ikinci tip modernleşmeyi Anglosakson, yani İngiliz ve Amerikan toplumlarında görmek mümkündür.
DEVAMI YARIN...
Yorumlar
Kalan Karakter: