Seçimlere adım adım yaklaşırken vaatler havada uçuşuyor, vaadi yapanlarda çok iyi biliyor ki, söz verdiklerinin yapılması mümkün değil. Yalanı sanat haline getirenlerin yüzü kızarmadan atıyor da atıyor. Milletin de inandığına kendilerini inandırıyorlar. Ha! İnananlar yok mu? Elbette var.
Bu ülkede yalancıya bir şey yapmıyorlar ya at-tut… Karaman’a denizi vaat et, sonra halkı kandırıp seçilebilirsin, koltuğa otur, 5 yıl hükümdarlık sür sonrasında yeniden aday olsan ne olur, olmasan ne olur… 5 yıl kısa bir süre de olsa servetine servet kat. İhale, arsa rantları cebinde nasıl olsa…
Şu yalanı bir bırakın, yapabileceklerinizle halkın karşısına geçin. Yoksa bu devirde Bekri Mustafa olursunuz. Kimmiş bu Bekri Mustafa, hatırlatalım:
Bekri Mustafa, yoksul bir mahallede Küçük Ayasofya Camii’nin önünden geçmektedir. O sırada musallada bir tabut vardır, fakat namazı kıldıracak imam ortalarda yoktur. Cemaatin beklemekten canı sıkılır ve başında kavuğu, sırtında cübbesiyle oradan geçen Bekri Mustafa’yı “hoca” zannederek namazı kıldırmasını söylerler.
“Yok, ben hoca değilim” dese de, dinlemezler ve zorla öne geçirirler. Bekri Mustafa namazı kıldırdıktan sonra tabutun örtüsünü açar ve ölünün kulağına bir şeyler fısıldar. Cemaat, ölüye ne söylediğini merak eder.
Bekri Mustafa gülerek cevaplar: “Sen şimdi aramızdan ayrılıp ahrete gidiyorsun. Eğer orada, bu dünyanın ahvalini sana sorarlarsa, Bekri Mustafa Ayasofya’ya imam oldu dersin. Onlar durumu anlar…” der.
Hikaye böyle.
Aslında her zaman Bekri Mustafalar olagelmiştir. İşin ehline verilmediği, yetenek ve kabiliyeti, liyakat ve ehliyeti olmayan, yapacağı işin vizyon ve ufkundan uzak kişilerin iş başı yaptığı hep görülmüştür.
İnsanlığın sultanı Peygamber Efendimiz (SAV), “İş ehline verilmediği zaman kıyameti bekleyin” der. Yani büyük kıyamet olmasa da o işin kıyameti yakındır.
Değil mi ki, işin ehline verilmemesi akla ziyandır. İşin aslını bilenlerin bulunduğu bir ortamda ehil olmayanlara işlerin verilmesi normalde düşünülemez. Ama ortalığı kesif bir cehalet kaplamış, gerçekler ters yüz edilmiş, fitne fesat ortalığı kaplamışsa, işler kapanın yani ehil olmayan kimselerin elinde kalır. Bu da toplumlar için bir çeşit kıyamet demektir.
Burada “iş” ten maksat insanlık için gerekli her türlü görev ve faaliyeti içine alır. Ancak en önemlisi yönetimde görev almaktır.
Günümüzde liyakat ve ehliyetin önemi çok dile getirilmiş olsa da uygulamada maalesef yanlışlar yapılmaya devam ediliyor. Yakını olanlar, dayısı olanlar, grubu olanlar, parası olanlar bir yolunu bulup layık olmadıkları, geldikleri görevin gerektirdiği yetenek ve kabiliyete, eğitim ve vizyona sahip olmadıkları halde bir yere gelebiliyorlar.
Bu durum; hoşnutsuzluk, uyumsuzluk, kargaşa, maddi kayıplar ve hizmetlerin aksamasına neden oluyor. Meşhur deyimle “tüyü bitmemiş yetimin hakkı” nın ihlali de cabası…
CİNAYETİ GÖREN KÖR KAYIKÇI!
Seçimlere artık sayılı günler kaldı. Bu seçimler ilginç diyaloglar, hamlelere şahit olmak siyaset açısından hoş olmayan, mide bulandıran olayları önümüze koyuyor.
Buz dağının görünen yüzü değil, arkasında görünmeyenler ayrıntıları ortaya çıkarıyor. Karakter yoksunları, satılmış dava adamları, kendi hesapları tutmadığı için mensuplarını o kadar ucuza satıyorlar ki “Para değil, insan pul olmuş” dedirtiyor insana.
31 Mart günü sandığa gideceğiz, millet kararını vererek bir tercih yapacak ve herkes de ona saygı duyacak. Gerginlikler, kraldan çok kralcıların yaptığı hamlelerin arkasına bakın, hepsi menfaatleri için.
Adeta yürek yemiş gibi deli cesareti saldırganlaşanlar, adaylara hakaret yağdıranlar başımıza bir şey gelsin de mağdur edebiyatının ardına sığınıp, kralcılık yaptığı şahıs kazandığı anda cukkaları götürürüm hesabında…
İftiralar, yalanlar üretenler saldırıya uğramayı bekliyor çünkü öyle paylaşımlar geliyor ki; sınırlar zorlanıyor. İnsanların bir dayanma gücü, tahammülü olduğu galiba unutuluyor.
1 Nisan gününe uyandığımız zaman ne olacak, kazanan makamda olacak ve bu yalın ayaklık yapanların ceplerine giren üç-beş kuruş dahil, hiçbir şey yanlarına kalmayacak.
‘CANBAZA BAK’ denilirken, neler neler oluyor. Olanlar gözden kaçırılmamalı.
İnsanlık adına cinayet işleniyor ama cinayeti gören kör bir balıkçıdan başkası değil. Tıpkı, üstat Atilla İlhan’ın, Cinayet Saati şiirindeki gibi:
“Cinayeti Kör bir kayıkçı gördü;
Ben gördüm, kulaklarım gördü,
Hiç biriniz orada yoktunuz” diyor sözlerinde Atilla İlhan.
Kim, kimlerle iş tutuyor. Kim kimlerle fırıldak çeviriyor. Bunları görüp, duydukça bir yaşımıza daha giriyoruz. Yaşımız hayli yol aldı, bir de bunlar bize bir yaş daha atlatıyor, o zoruma gidiyor. İnsanlık bitmiş, kişilik kalmamış, her şey toz duman.
‘A’ Partisinde önemli görevler yapmış kişilik, güya dava adamı şahıs, rakip partinin adayını davet ediyor. İftarda, sahurda bir araya geliniyor. Kendi partisine zarar vermek için imha planını masaya koyuyor. Kapalı kapılar ardında, güvenli mekanda olduğu için, tatlı su kurnazlığı yapıyor ama “gizlide gebe kalanın açıkta doğurduğu” atasözünü unutuluyor galiba…
Sözde Ak Partililerin Savaş Kalaycı’ya, ülkücü diye geçinenlerin Mevlüt Akgün’e kucak açtığını görmek tabi ki midemizi bulandırıyor. Bunları işyerlerinde, kapalı kapılar ardında yapmayıp, aleni yapsalar taktir ederiz ama insanları aptal yerine koyanların aslında kendilerinin ne olduğunu bir sorgulamaları gerekmez mi. Bir de bunların insanlıktan, adamlıktan dem vurmaları yok mu, bu “adamız” diye gezen bozuk şahsiyetsiz şahsiyetleri o çok komik hale getiriyor.
Kılıktan, kılığa girerek kişiliklerinden uzaklaşanlar siz neyin hesabındasınız. Çocuklarınıza bırakacağınız en büyük miras duruşunuz ve onurunuzdur. Dansözlük kimseye bir şey kazandırmaz.
Devekuşu misali, kafanızı kuma gömünce, biliyorsunuz ki vücudun dışarıda kalıyor ve çok net olarak görünüyor.