ÖZEL HABERLER
Yayınlanma: 05 Kasım 2024 - 19:26
Güncelleme: 06 Kasım 2024 - 14:13
Türkiye'nin Siyonizm'le mücadelesi: Bahçeli Erdoğan Öcalan PKK YPG ve Arz-ı Mev'ud
ÖZEL HABERLER
05 Kasım 2024 - 19:26
Güncelleme: 06 Kasım 2024 - 14:13
SİYONİZM’İN ARZ-I MEV’UD İDEALİ VE ORTA DOĞU’DAKİ ÇATIŞMALARIN ARKA PLANI
Günümüzde Orta Doğu’da yaşanan birçok çatışma, yalnızca bölgesel güç mücadelesinin değil, aynı zamanda uzun vadeli Siyonist hedeflerin bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Siyonist hareketin kökleri 19. yüzyıl sonlarına kadar uzanırken, bu hareketin en büyük ideali olarak görülen “Arz-ı Mev’ud” (Vaadedilmiş Topraklar) doğrultusunda Filistin’de bir Yahudi devleti kurma hedefi adım adım hayata geçirilmiştir. Bu hedef, yalnızca bir coğrafi genişleme projesi değil, aynı zamanda tarihsel, dini ve siyasi bir ideali temsil etmektedir.Siyonist hareketin “Arz-ı Mev’ud” kapsamında hedeflediği topraklar, bugünkü İsrail sınırlarının çok ötesine geçmekte ve Nil Nehri’nden Fırat Nehri’ne kadar uzanan geniş bir bölgeyi kapsamaktadır. Dolayısıyla Siyonizm, bu hedef doğrultusunda yalnızca Filistin topraklarıyla sınırlı kalmamış, genişleme hedeflerini hayata geçirebilmek için uzun vadeli stratejik planlar geliştirmiştir. Bu planlar, tarih boyunca Orta Doğu’da yaşanan önemli gelişmelere ve dünya savaşlarına kadar birçok olayın arka planında etkili olmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılması, Siyonizm’in hedeflerine ulaşmasında en kritik dönüm noktalarından biridir. Osmanlı Devleti’nin kontrolünde olan Filistin toprakları, 1917’de İngilizlerin himayesine girdiğinde, İngiltere’nin Balfour Deklarasyonu ile Filistin’de bir Yahudi yurdu kurulması yönünde destek vermesi, Siyonizm’in hedeflerine yönelik büyük bir adım olmuştur. Bu deklarasyonla birlikte, Yahudiler Filistin’e göç etmeye başlamış ve bu göç dalgaları, Osmanlı sonrası Orta Doğu’daki dengeleri derinden sarsmıştır.
Birinci ve İkinci Dünya Savaşları, Siyonist hedeflerin gerçekleşmesi için küresel anlamda büyük fırsatlar yaratmıştır. Birinci Dünya Savaşı sonrası bölgenin siyasi olarak yeniden şekillendirilmesi ve Osmanlı’nın parçalanması, Siyonizm’in elini güçlendirmiştir. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan Yahudi soykırımı, dünya kamuoyunda Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurulmasına olan desteği artırmış, 1948’de İsrail Devleti’nin ilan edilmesiyle Siyonizm’in hedeflerinden biri gerçekleşmiştir. Siyonist liderler, savaş sonrası dünyanın yarattığı kaos ve yeni güç dengelerinden faydalanarak, Arz-ı Mev’ud hayalini somutlaştırma yolunda büyük adımlar atmıştır.
Bugün Türkiye, Siyonizm’in bu hedeflerine karşı Orta Doğu’da en büyük engellerden biri olarak varlığını sürdürmektedir. Türkiye, stratejik konumu, güçlü askeri kapasitesi, bölge ülkeleriyle olan tarihsel bağları ve jeopolitik etkisiyle İsrail’in Arz-ı Mev’ud hedeflerine ulaşmasını zorlaştıran bölgesel bir güçtür. Orta Doğu’da Türkiye’nin varlığı, İsrail’in Nil Nehri’nden Fırat Nehri’ne kadar uzanan bölgedeki genişleme stratejilerine karşı güçlü bir direnç oluşturmakta, İsrail’in ve dolayısıyla Siyonizm’in bölgedeki nüfuzunu sınırlamaktadır. Türkiye, yalnızca askeri gücüyle değil, aynı zamanda Filistin davasına olan desteğiyle de İsrail’in bu hedeflerine karşı durmaktadır. Bu nedenle Türkiye, bölgedeki dinamikleri ve güç dengelerini koruyan en önemli aktörlerden biri olarak öne çıkmaktadır.
BAHÇELİ VE ERDOĞAN’IN ÖCALAN PLANI: SİYONİZM’E KARŞI STRATEJİK BİR HAMLE
Türkiye’nin bölgesel güvenliğine yönelik en önemli tehditlerden biri olan PKK ve onun Suriye kolu YPG, yalnızca Türkiye’nin iç güvenliğini değil, aynı zamanda Orta Doğu’daki stratejik dengeleri de etkileyen bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu noktada MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Abdullah Öcalan’ın Meclis’te bir konuşma yaparak PKK’ya silah bırakma çağrısında bulunması önerisi, cesur bir stratejik hamle olarak dikkat çekmektedir. Bu hamlenin Erdoğan’ın bilgisi dahilinde yapıldığı düşünüldüğünde, Türkiye’nin Siyonizm’in Arz-ı Mev’ud hedeflerine karşı geliştirdiği uzun vadeli stratejilerin bir parçası olarak değerlendirilebilir.Bahçeli’nin bu çağrısı, Türkiye’nin PKK ve YPG tehditlerini hem askeri hem de ideolojik yönden etkisiz hale getirme stratejisinin bir parçası olabilir. Öcalan, PKK’nın kurucusu olarak örgüt içinde ideolojik bir otoriteye sahiptir ve onun PKK’ya yapacağı bir silah bırakma çağrısı, örgüt içinde ciddi bir etki yaratabilir. Bu çağrının yapılması, PKK ve YPG’nin Kürt halkını temsil etmediği gerçeğini açığa çıkarma potansiyeline sahiptir. Türkiye’deki Kürt halkı, tarih boyunca İslam bağı ve ortak kültürel değerler sayesinde Türklerle kardeşçe yaşamış, aralarındaki bu bağ, Siyonist stratejilere karşı bölgenin direncini sağlamlaştırmıştır.
Bahçeli’nin önerisi, Türkiye’deki Kürt halkına PKK’nın ideolojisini ve Türkiye’nin güvenliğine yönelik tehditlerini daha net bir şekilde görme imkânı verebilir. Öcalan’ın barış çağrısına rağmen PKK’nın silah bırakmaması halinde örgütün gerçek yüzü ve dış güçlere hizmet eden bir araç olduğu Kürt halkı nezdinde daha belirgin hale gelecektir. Bu durum, Kürt halkının PKK ile arasına mesafe koymasına ve terör örgütünü desteklememeye yönelmesine yol açabilir. Böylece Türkiye, PKK ve YPG gibi tehditleri ortadan kaldırmak için içerden destek alarak daha kapsamlı ve etkili bir mücadele yürütebilir.
Bu stratejik hamle, Siyonizm’in Türkiye sınırları boyunca bir PKK/YPG koridoru oluşturma çabalarını da zorlaştıracaktır. Türkiye’deki Kürt halkının desteğini kaybeden PKK, halk desteği olmadan bölgesel bir güç olarak varlığını sürdüremez ve ideolojik meşruiyetini yitirir. Bu noktada, Bahçeli ve Erdoğan’ın Öcalan’a Meclis’te konuşma imkanı vererek PKK’nın iç yapısını sarsma stratejisi, Türkiye’nin sınır güvenliğini sağlamlaştırırken Siyonizm’in bölgedeki nüfuz planlarına darbe vuracak önemli bir adımdır.
YPG-İSRAİL KORİDORU: SİYONİZM’İN TÜRKİYE ÜZERİNDEKİ DOLAYLI TEHDİDİ
Siyonizm’in “Arz-ı Mev’ud” (Vaat edilmiş Topraklar) ideali, Nil Nehri’nden Fırat Nehri’ne kadar uzanan geniş bir bölge üzerinde bir Yahudi devleti kurma hedefini içermektedir. Bu uzun vadeli hedef, İsrail’in bölgedeki nüfuzunu artırmak için bölgesel çatışmalar, ittifaklar ve vekil güçler aracılığıyla stratejik adımlar atmasını gerektirmiştir. Özellikle YPG ile kurulmaya çalışılan bir bağlantı koridoru, Siyonizm’in bu genişleme stratejisinin bir parçası olarak öne çıkmaktadır. Türkiye’nin güney sınırları boyunca oluşturulması planlanan bu koridor, İsrail’in YPG aracılığıyla Türkiye’ye dolaylı yoldan nüfuz etmesine olanak tanıyarak doğrudan bir güvenlik tehdidi haline gelmektedir.YPG-İsrail koridorunun amacı, İsrail ve YPG arasında askeri, lojistik ve ideolojik bir bağlantı kurmaktır. Bu bağlantı, yalnızca İsrail’in bölgedeki etkisini artırmakla kalmaz; aynı zamanda Türkiye’nin güney sınırlarında istikrarı bozarak Türkiye’yi içeriden zayıflatmayı hedefler. Türkiye, İsrail-YPG koridoru aracılığıyla güney sınırlarında dolaylı bir Siyonist etki alanıyla karşı karşıya kalabilir ve bu durum, Türkiye’nin iç güvenliği için önemli bir tehdit anlamına gelir.
Bu koridorun oluşturulması, YPG’ye askeri ve lojistik destek akışını kolaylaştırabilir ve bölgedeki YPG varlığını güçlendirerek İsrail’in Türkiye sınırları boyunca nüfuz kurmasına yardımcı olur. İsrail, bu koridoru kullanarak, Türkiye üzerinde bir baskı unsuru oluşturabilir ve YPG’yi hem bölgedeki stratejik çıkarlarını korumak hem de Türkiye’ye karşı bir araç olarak kullanabilir.
Bahçeli ve Erdoğan’ın Öcalan üzerinden yapacağı bir barış çağrısı, bu tehdidi etkisiz hale getirebilecek bir hamle olarak değerlendirilebilir. Öcalan’ın Meclis’te yapacağı bir çağrı, Kürt halkının PKK ve YPG ile arasına mesafe koymasına yol açabilir. Eğer Kürt halkı, PKK’nın kendilerini temsil etmediğini ve Türkiye ile barışçıl bir yaşamı tercih ettiklerini ifade ederse, PKK ve YPG üzerindeki destek azalabilir. PKK, Kürt halkının desteğini kaybettikçe gücünü yitirir ve YPG ile olan bağlantısı zayıflar. Bu durumda, Türkiye, İsrail-YPG koridorunu sınırlandırmak için hem askeri hem de toplumsal destekle hareket edebilir.
Sonuç olarak, Türkiye’de Kürt halkının desteğini kaybetmiş bir PKK ve bölgesel meşruiyetini yitiren bir YPG, İsrail’in Türkiye sınırlarında nüfuz oluşturmasını zorlaştıracaktır. Bu strateji, Siyonizm’in güney sınırları boyunca kurmaya çalıştığı dolaylı tehditleri etkisiz hale getirebilir. Türkiye, bu sayede güney sınırlarında Siyonizm’in genişleme politikalarına karşı güçlü bir direnç oluşturabilir ve Arz-ı Mev’ud ideallerinin hayata geçirilmesini zorlaştırarak kendi güvenliğini sağlama noktasında önemli bir kazanım elde edebilir.
TÜRKİYE’DEKİ KÜRT HALKININ TAVRI VE PKK’NIN İZOLASYONU
Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana, Türkiye’deki Kürt halkı, devletin kimlik politikaları nedeniyle çeşitli zorluklar yaşamış ve zaman zaman aidiyet duygusunda zedelenmeler meydana gelmiştir. Ancak Türkler ve Kürtler arasındaki İslam bağları ve tarihsel kardeşlik ilişkisi, bu zedelenmeyi gidermede önemli bir rol oynamıştır. Yüzyıllara dayanan bu kardeşlik, Kürt halkının bağımsız bir devletten ziyade Türkiye ile bir arada yaşama isteğini güçlendiren bir faktör olmuştur.Günümüzde Türkiye’deki Kürt halkının büyük bir kısmı, PKK’nın kendi adına konuşmadığını, aksine, yabancı güçlerin bölgedeki çıkarlarını temsil eden bir yapı olduğunu açıkça görmektedir. Türkiye’deki birçok Kürt, PKK’nın aksine demokratik çözüm yollarını ve siyasi kanalları tercih etmekte, Türkiye sınırları içerisinde barış ve uyum içinde yaşamanın kendi çıkarlarına daha uygun olduğunu düşünmektedir. PKK, ideolojik olarak kendisini Kürt halkının temsilcisi gibi gösterse de, Kürt halkının desteğini kaybetmiş durumda ve bu durum, örgütün meşruiyetini sorgulanır hale getirmiştir.
Devlet Bahçeli ve Erdoğan’ın Öcalan üzerinden yapmayı planladığı barış çağrısı, Türkiye’deki Kürt halkı ile PKK arasındaki bu ayrımı daha da derinleştirme potansiyeline sahiptir. Eğer Öcalan’ın çağrısı PKK tarafından reddedilirse, Kürt halkı PKK’nın yalnızca şiddet yanlısı bir grup olduğunu ve gerçek anlamda Kürt halkının çıkarlarını temsil etmediğini daha net görebilir. Bu durumda Kürt halkı, PKK’ya destek vermek yerine örgüte karşı tavır alarak, Türkiye devletinin yanında durmayı tercih edebilir.
Kürt halkı, PKK’nın Öcalan’ın barış çağrısını reddetmesi durumunda, PKK’ya karşı tavır alırsa, örgüt ciddi bir izolasyon sürecine girer. Halk desteğinden yoksun kalan PKK, hem Türkiye sınırları içerisinde hem de bölgesel düzeydeki meşruiyetini kaybeder. Bu durum, Türkiye’nin PKK’ya karşı daha geniş çaplı bir mücadele yürütmesini kolaylaştırır. İç destekten yoksun bir PKK, Türkiye’nin askeri ve siyasi operasyonlarına karşı direnç gösterme kapasitesini kaybeder.
PKK’nın izolasyonu, Türkiye’nin güvenlik tehditlerini de azaltacaktır. Kürt halkı nezdinde desteğini kaybeden PKK, dışarıdan gelen desteklere ve özellikle YPG ile olan bağlantılarına daha fazla bağımlı hale gelir. Ancak Kürt halkının PKK’ya desteğini çekmesi, YPG’nin de bölgedeki varlığını zayıflatır; çünkü halk desteği olmadan bir örgütün varlığını sürdürmesi uzun vadede mümkün değildir.
Bu bağlamda Türkiye, iç ve dış güvenlik tehditlerini büyük ölçüde bertaraf ederek güney sınırlarında daha güvenli bir ortam oluşturabilir. PKK ve YPG’nin Türkiye’deki Kürt halkı tarafından yalnız bırakılması, Türkiye’nin sınırlarını Siyonizm’in dolaylı tehditlerine karşı daha güçlü hale getirir. Türkiye’deki Kürt halkının, tarihsel kardeşlik bağları doğrultusunda PKK’ya mesafe koyması, Türkiye’nin bölgesel güvenliğini sağlayarak, Siyonizm’in bölgede kurmak istediği nüfuz alanına karşı önemli bir avantaj sağlar.
PKK VE YPG ARASINDAKİ BAĞIN KOPMASI: SİYONİZM’İN KORİDORUNUN ENGELLENMESİ
Türkiye’nin güney sınırında oluşturulmak istenen YPG-İsrail koridoru, Siyonizm’in Türkiye üzerindeki dolaylı etkisini artırmak ve bölgeyi kendi stratejik çıkarları doğrultusunda şekillendirmek için planlanmış bir girişimdir. Bu koridorun temel amacı, PKK ve YPG’yi Türkiye’ye karşı bir koz olarak kullanarak Türkiye’yi hem içerde hem de sınır bölgelerinde baskı altında tutmaktır. PKK ve YPG arasındaki bağ, Siyonizm’in Türkiye üzerindeki nüfuzunu güçlendiren bir köprü görevi görmektedir. Ancak, Türkiye’nin PKK’yı ideolojik ve toplumsal destekten yoksun bırakması durumunda, bu bağ zayıflayacak ve Siyonizm’in Türkiye’ye karşı kullanmak istediği bu koridor işlevsiz hale gelecektir.Türkiye’de PKK’ya olan desteğin azalması, YPG’nin gücünü doğrudan etkileyebilir. PKK’ya desteğin zayıflaması, Kürt halkının YPG ve PKK’nın bölgedeki amaçlarına karşı daha mesafeli bir duruş sergilemesini sağlayabilir. Kürt halkının PKK’yı reddetmesi, YPG’nin bölgedeki varlığını sürdürebilmesi için dış desteklere daha bağımlı hale gelmesine yol açabilir. Böyle bir durumda, YPG’nin halk desteği azaldıkça, bölgedeki meşruiyeti sorgulanır hale gelir ve YPG-İsrail koridoru giderek kırılgan bir yapıya dönüşür.
Türkiye, güney sınırında güçlü bir askeri varlık oluşturarak ve Kürt halkının desteğini alarak bu koridoru etkisiz hale getirme potansiyeline sahiptir. Türkiye, sınır bölgelerinde askeri operasyonlarla YPG’nin varlığını baskılayarak bu koridoru güvenlik açısından kontrol altında tutmakta ve aynı zamanda Türkiye’deki Kürt halkını PKK’dan uzaklaştırarak Siyonizm’in kurmak istediği etkiyi azaltmaktadır. Türkiye’nin askeri varlığı, YPG’nin sınır boyunca hareket kabiliyetini kısıtlamakta, İsrail ve YPG arasındaki bağlantıların sağlıklı bir şekilde kurulmasını zorlaştırmaktadır.
Bu koridorun işlevsiz hale gelmesi, Siyonizm’in Türkiye üzerindeki dolaylı nüfuz planlarını boşa çıkaracaktır. Siyonizm’in, Türkiye’yi zayıflatmak için YPG ve PKK’ya dayanan stratejisi, Kürt halkının desteğini kaybeden bir PKK ve sınırda sıkı bir askeri kontrol sağlayan Türkiye karşısında etkisini yitirecektir. Türkiye, bu sayede yalnızca sınır güvenliğini sağlamakla kalmaz, aynı zamanda Siyonizm’in Arz-ı Mev’ud hedefleri doğrultusunda oluşturmak istediği genişleme planlarına karşı ciddi bir direnç noktası oluşturur.
Bu bağlamda, PKK ve YPG arasındaki bağın kopması, YPG-İsrail koridorunun işlevselliğini kaybetmesi anlamına gelir. Bu da Türkiye’nin güney sınırlarında güvenli bir ortamın sağlanmasını ve Türkiye’nin iç güvenliğini tehdit eden Siyonist stratejilerin engellenmesini sağlar. Türkiye’nin, PKK ve YPG’yi etkisiz hale getirmesi, Siyonizm’in dolaylı etki alanlarını kaybetmesi anlamına gelecektir.
OLASI BİR ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI VE TÜRKİYE’NİN SİYONİZM’E KARŞI DURUŞU
Tarihsel olarak, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’nın sonuçları, Siyonizm’in Filistin’de bir Yahudi devleti kurma hedefini gerçekleştirmesi için kritik fırsatlar yaratmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü, Birinci Dünya Savaşı sonrası Filistin’in İngiltere mandasına girmesi ve Balfour Deklarasyonu, Siyonizm’in bölgedeki etkisini artırarak İsrail Devleti’nin kurulması için zemin hazırlamıştır. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından yaşanan Yahudi soykırımı (Holokost) sonrası artan küresel destek de, İsrail’in 1948’de Filistin topraklarında resmen kurulmasına katkı sağlamıştır. Bu savaşların yarattığı kaos ve güç dengelerinin yeniden şekillendirilmesi, Siyonizm’in hedeflerine ulaşmasında büyük önem taşımıştır.Olası bir Üçüncü Dünya Savaşı’nda da benzer bir fırsat yaratılabilir. Bu senaryoda İsrail, savaştan galip çıkması durumunda Siyonizm’in tarihsel ideali olan “Arz-ı Mev’ud”u hayata geçirme yolunda daha büyük bir avantaj elde edebilir. Siyonizm’in Arz-ı Mev’ud ideali doğrultusunda, Nil Nehri’nden Fırat Nehri’ne kadar uzanan geniş bir coğrafyada bir Yahudi devletinin kurulması hedeflenmektedir. Bu hedefe ulaşılması için İsrail, bölgedeki istikrarsızlıkları kendi lehine kullanarak ve gücünü genişleterek stratejik adımlar atmaya devam etmektedir.
Bu durumda Türkiye, bölgedeki güçlü konumuyla Siyonizm’in yayılmacı planları karşısında en büyük engel olarak varlığını sürdürecektir. Türkiye, Orta Doğu’nun merkezinde yer alan stratejik konumu, güçlü askeri kapasitesi ve tarihsel bağlarıyla İsrail’in Arz-ı Mev’ud hedeflerine ulaşmasını sınırlayan önemli bir direnç noktası oluşturmaktadır. Türkiye’nin hem bölgedeki Müslüman toplumlarla kurduğu derin ilişkiler hem de askeri gücü, İsrail’in Türkiye sınırlarına dolaylı olarak yaklaşmasını zorlaştırmaktadır. Güney sınırlarında oluşturulacak sağlam bir güvenlik yapısı ve PKK/YPG gibi vekil tehditlere karşı etkin bir mücadele, Türkiye’nin bu direncini daha da güçlendirebilir.
Türkiye’nin olası bir Üçüncü Dünya Savaşı sırasında Siyonizm’e karşı duruşu, yalnızca kendi sınır güvenliğini değil, bölgedeki diğer Müslüman ülkelerin de toprak bütünlüğünü koruma açısından kritik öneme sahiptir. İsrail’in Arz-ı Mev’ud ideali doğrultusunda genişlemesini engelleyecek olan Türkiye, Orta Doğu’daki stratejik konumunu koruyarak hem kendi egemenliğini güvence altına alır hem de İsrail’in bölgesel hegemonyasını sınırlayan bir güç olmaya devam eder.
Bu senaryoda, Türkiye’nin güçlü bir askeri yapıya sahip olması, bölgedeki barışçıl çözüm arayışlarını teşvik etmesi ve Siyonizm’in yayılmacı hedeflerine karşı stratejik bir direniş göstermesi, Siyonizm’in Arz-ı Mev’ud hayallerini zorlaştıracaktır. Türkiye, hem askeri gücünü hem de diplomatik etkisini kullanarak, İsrail’in Orta Doğu’daki sınırlarını aşmasına engel olan en büyük faktör olmaya devam edebilir.
SONUÇ: TÜRKİYE’NİN SİYONİZM’E KARŞI TOPYEKÛN MÜCADELESİ
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Öcalan üzerinden yaptığı barış çağrısı önerisi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu stratejiyi desteklemesi, Türkiye’nin Siyonizm’e karşı uzun vadeli bir stratejik mücadele yürüttüğünü gösteren önemli bir adımdır. Bu strateji, Türkiye’nin güney sınırlarında İsrail ve YPG’nin dolaylı bağlantısını etkisiz hale getirerek, Arz-ı Mev’ud ideallerini hayata geçirmeye çalışan Siyonist planlara karşı somut bir karşılık sunmaktadır. Bu kapsamda, Türkiye’nin PKK ve YPG tehdidini bertaraf etmesi, İsrail’in Türkiye’ye karşı kurmaya çalıştığı YPG-İsrail koridorunun işlevsiz hale gelmesi anlamına gelecektir.Türkiye’nin bu stratejik mücadelesinde Kürt halkının desteğini kaybeden PKK, meşruiyetini yitirerek Türkiye içinde ve sınır hattında zayıflayacaktır. PKK’ya verilen toplumsal desteğin azalmasıyla, Türkiye PKK’ya karşı daha etkili ve kapsamlı bir mücadele yürüterek örgütü bertaraf edebilir. Güney sınırında PKK’nın etkinliğini kırmak, aynı zamanda YPG’nin de bu koridordaki etkinliğini azaltır ve böylece Türkiye’nin sınır güvenliği güçlenir. İsrail ve Siyonizm’in bölgedeki etkisi zayıflarken, Arz-ı Mev’ud hedefleri doğrultusunda genişleme hayalleri suya düşebilir.
Bu mücadelede Türkiye, Kürt halkıyla tarih boyunca geliştirdiği kardeşlik bağlarına dayalı bir dayanışma süreci inşa etmektedir. Kürt halkı, tarihsel olarak İslam bağı ve kültürel ortaklıkla Türkiye’de barış içinde yaşamayı tercih etmiştir ve bu bağ, Siyonist stratejilere karşı Türkiye’nin en büyük güç kaynaklarından biridir. Kürt halkının PKK’ya karşı tavır alması ve Türkiye ile ortak bir güvenlik zemini oluşturması, Siyonizm’in YPG aracılığıyla Türkiye’ye karşı kurmaya çalıştığı tehditleri etkisiz hale getirebilir. Türkiye bu bağları güçlendirdikçe hem kendi iç güvenliğini sağlamlaştırır hem de İsrail’in bölgedeki stratejik nüfuzunu sınırlandırır.
Türkiye’nin bu mücadelede üstlendiği rol, yalnızca kendi sınırlarını değil, Orta Doğu’daki güç dengelerini koruma açısından da hayati öneme sahiptir. Türkiye, stratejik konumunu, askeri kapasitesini ve tarihsel bağlarını koruyarak Siyonizm’in genişleme planlarına karşı bölgedeki en büyük direnç noktası olarak öne çıkmaktadır. Bu durum, İsrail’in bölgesel etkinliğini sınırlandırırken, Türkiye’nin hem bölge ülkeleri hem de uluslararası alanda etkisini artırmasını sağlar.
Sonuç olarak, Türkiye’nin Siyonizm’e karşı bu topyekûn mücadelesi, yalnızca bölgesel sınır güvenliğini sağlamlaştırmakla kalmaz; aynı zamanda Arz-ı Mev’ud ideallerini gerçekleştirmek isteyen Siyonist hedeflerin önünde en büyük engel olarak durur. Türkiye, Kürt halkıyla geliştirdiği dayanışmayı sürdürdükçe, Siyonizm’in bölgede kurmak istediği nüfuz alanı daralacaktır. Bu kritik rol, Türkiye’yi yalnızca kendi sınırlarını koruyan bir ülke değil, aynı zamanda Orta Doğu’nun güç dengelerini savunan ve bölgedeki barış ve istikrarı sağlayan bir aktör konumuna yükseltmektedir. Türkiye’nin bu stratejik duruşu, Siyonizm’in uzun vadeli planlarını boşa çıkaran önemli bir direnç hattı olarak Orta Doğu’da etkisini sürdürecektir.ADEM DEMİREL
İlginizi Çekebilir