AHLAK: İyilik yapmanın, insanda yerleşik, mutlak, kayıtsız bir özellik (meleke) haline gelmesidir.Bir davranışın ahlakilik kriteri, o davranışın kendisi değil, sahibine onu yaptıran tasavvurdur.Ahlaki davranış bir meyvedir, her meyve bir ağaçta yetişir ve her ağacın kökünün beslendiği bir “yer” vardır. İşte o yer İMAN olmak zorundadır; değilse o davranış, kökü insanın yüreğinde olan bir ağacın meyvesi değil, “tedarik edilmiş, satın alınmış” bir meyve olur.Vahyin inşa ettiği aklın üç özelliği vardır: 1- Bağ koparan değil bağ kuran akıl: Allah-insan-tabiat arasındaki varoluşsal irtibatı kurar. 2- Mümeyyiz akıl: Süpürüp atan ya da alan değil, ayıklayan akıldır. 3- Güvenli ve özgür bir akıl: Kula ve eşyaya kul etmez.İşte tam bu noktada “ahlak sistemi” gündeme gelir. Çünkü insanın davranışları sadece kendini ilgilendirmez.Hatta sadece iki kişiyi de ilgilendirmez. Yakın çevreden uzak çevreye kadar bütün bir toplumu ilgilendirmektedir. Dahası, ahlaki davranış sadece insanı değil doğayı da ilgilendirmektedir: “O, dönüp gitti mi (yahut bir iş başına geçti mi) yeryüzünde ortalığı fesada vermek, ekinleri tahrip edip nesilleri bozmak için çalışır. Allah bozgunculuğu sevmez.” (2/Bakara, 205)Ahlaki davranışın kökeni metafiziktir. Farabi ve İbn Miskeveyh’in uğraştığı ahlakın kökeni konusunu Kant onlardan yüzyıllar sonra ele alır ve onlarla aynı gözede buluşur. “Demek ki bir ahlak metafiziği, onsuz edilemeyecek kadar gereklidir... Ahlakın kendisi, bir rehberden ve doğru yargıda bulunmak için en üstün NORM’dan yoksun olduğu sürece, her türlü yozlaşmaya açık olduğu için gereklidir.” (Kant, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi)Peki, normu (ölçüyü) kim koyacak? Değer yargıları allak-bullak olmuş bu toplum mu? Hem ahlaki davranışın ölçütü toplumun/başkalarının beğenisi olamaz. Toplumsal baskı gücüyle yapılan davranış da ahlakilik niteliğini kazanmaz. Kişi baskıdan kurtulunca, o davranışın devam garantisi yoktur.Akıl mı? Akıl, kavramların ve terimlerin sınırlarını belirleyen tasavvur üzerine inşa edilir. Birinin tasavvurunu kim oluşturmuşsa, aklını da o oluşturmuştur. Bu da ahlakta göreceliğe yol açar. Ahlaki davranışın en büyük düşmanı görececi ahlaktır. “Bana göre, sana göre” başladığı anda, evin kızı yaparsa “kaza”, hizmetçi yaparsa “sakarlık” olacaktır.Geriye ilahi cazibe (iman) kalmıştır ki, bu da yaratılıştan gelen altyapı olan “fıtrat” ve üstyapı olan dinin yarattığı “vicdan” sayesinde gerçekleşir.Hz. Ömer’in oğlu Abdullah, bir koyun çobanına rastlar. Onu sınamak için, “Şu koyunu bana sat” der. Çoban “O benim değil ki” der. İbn Ömer “Sürü sahibine “birini kurt yedi dersin” olur gider” der. Çoban: “O zaman Allah nerede kaldı” der. İbn Ömer gencin Allah şuuruna hayran olur ve onu efendisinden satın alıp azad eder, o koyunu da alıp ona hediye eder. Bu olaydan sonra ibn Ömer’in dilinden “O zaman Allah nerede kaldı?” sözü hiç düşmez. Din ve imana sahip olmadığı halde ahlaki davranış sahibi olanlar pek çoktur. Bu, din ve imanın altyapısı olan “fıtrat”ın eseridir. Bu altyapı her insanda ontolojik olarak mevcuttur. Kur’an da peygamberimiz de bunu vurgular, (bkz. Rum, 30). Fakat bu, dinin düzenlediği bir iman olmadan “ahlak sistemine” dönüşemez. Bir ahlaki davranış, ancak bütüncül bir ahlak sisteminde amacını gerçekleştirebilir. Değilse, “önünü yıkarken arkasını berbat etmek” diye tabir edilen çelişki ortaya çıkar. (Savaş Kesmeyen Sözler, s.36-47)
HABER MERKEZİ
HABER MERKEZİ