Türkiye Cumhuriyeti tarihinin son çeyreğinde tarikat/cemaat anlayışı daha önce hiç güçlü olmadığı kadar güce erişti. Devletin kritik kademelerini örümcek ağı gibi sardı. Bunların başını ise bu ülkeye 15 Temmuz’u yaşatan Fetullahçı Terör Örgütü çekti. Bilhassa hukuk ve kolluk kuvvetleri alanında resmen kontrol sahibi olan örgüt o gece milletin tepesine çökmek istedi ancak istediğini tam olarak başaramadı… Yaşananlardan sonra FETÖ’nün gazı bitse de partikülleri hala bu topraklarda cirit atmaya devam ediyor. Peki diğer tarikat ve cemaatler FETÖ’den farksız mı?
Ülke öyle bir hale gelmiş ki STK görünümlü hangi tarikat/cemaat olursa olsun eline devlet kademelerinde söz sahibi olacağı bir güç geçse gücü nispetince FETÖ gibi ağ örerek sözünün şiddetini artırmaya ve dahi kolluk kuvvetlerinde de örgütlenmiş olsa FETÖ’nün yaptığı ve yapmak isteyip de yapamadığı her herzeyi yapacaktır, yeter ki ellerine güç geçsin…
KISACA TARİKAT/CEMAAT GEÇMİŞİM
33 yaşında bir bireyim. Lise yıllarımdayken içimdeki manevi açılığı gidermek için “Dini inancım olan İslam’ı nasıl daha iyi yaşarım” düşüncesiyle arayışa başladım. Toplumun genel kabulü olan tarikat kültürü bana da çok uzak değildi ancak hangi tarikata ya da cemaate gidecektim? İşte bu sorunun cevabını bulamamış ve bu vesileyle Adıyaman’daki Menzil tarikatının Karaman’daki derneği olan Semerkand Vakfı’nın kapısını çaldım. Bu vesileyle yaklaşık 1 yıl bu cemaatin içinde bulundum. 2 kere de Menzil’e giderek o dönem sağ olan “Gavs” olarak tabir edilen Şeyh Abdulbaki El Hüseyni’nin uzattığı kurdeleden tutup tövbe aldım. O şeyhin fotoğrafına bakıp gözlerimi kapattım ve onu zihnimde canlandırarak karşısına geçtim. Alnından nur çıktığını hayal ettim ve o nurun benim vücuduma girdiğini düşündüm yani “rabıta” yaptım.
Menzil’deki ziyaret sürecimde ise “Sofi hizmet” dediler, tarlada çalıştım. “Kurban hizmet” dediler, temizlik yaptım, çay dağıttım, bulaşık yıkadım… Velhasıl yaptım da yaptım. Ha “Zorla mı yaptırdılar” derseniz, hayır zorla yapmadım. Ama oradaki hiç kimse, biri “Hizmet” dediği zaman “yok ben gelemem” demez, diyemez çünkü oradaki buyruğu geri çevirmek şeyhin buyruğunu geri çevirmek demektir, şeyhin buyruğunu geri çevirmek Hz. Peygamberi geri çevirmektir hatta Allah’ı geri çevirmektir. Yani onlara göre orada yapılan hizmet ibadettir. Öyle ki sofilerin bu “İbadeti” sayesinde hasır serili camiden eser kalmadığı gibi 2024 yılına gelindiğind köy adete son derece lüks bir hac merkezine dönüşmüş… Menzil köyü yazarak internet arama motorundan arama yaparsanız ne demek istediğimi anlayacaksınız. Gel zaman git zaman bu anlattığım konular beni rahatsız etmeye başladı. Eleştiriler yönelttim sonuç alamadım ve o cemaatten ayrıldım.
Sonra çevremdeki tarikat ehli insanlar, “Demek ki senin nasibin orada değilmiş” diyerek arayışa devam etmemi söylediler. Öyleydi böyleydi derken belirli dönemler hiçbir yere gitmeyip arzu ve şehvetime teslim olsam da 2012 yılına kadar tam 5 tarikat/cemaat gezdim. Neredeyse hepsinde mantalite aynı… Onlar ne derse onu yapacak, soru sormayacak ve önüme bakacaktım. Bu noktadan sonra hissi Müslümanlığın doğru olmadığına kanat getirdim ve Kuran mealiyle birlikte nüzul sebebini baz alan tefsirler okumaya başladım. En önemlisi de Peygamber Efendimizden nakledildiği rivayet edilen sözlerin Kuran’a uygunluğunu araştıran, bu araştırma sonucunda o sözün Peygamber Efendimize ait olup olamayacağına Kuran’dan delil getirilerek ortaya konan sözleri hadis olarak kabul ettim. Ve bu doğrultuda ilim ortaya koyan içeriklere yöneldim. Şimdi çok mutlu ve açık bir zihinle hayatımı sürdürüyorum.
HEPSİNİN İSLAM ANLAYIŞI KENDİNE HAS
Peki şahsi hikayemi size neden anlattım? Hemen izah edeyim… Tarikat/cemaat serüvenlerimde gördüm ki her oluşum diğerine düşman ancak yine her oluşum da şeriat istiyor, hilafet istiyor. Görüş farklarından dolayı birbirlerini İslam cemaati olmamakla, tevhid ehli olmayıp şirk ehli olmakla suçlayan adeta birbirlerine düşman olan bu oluşumların hepsinin İslam anlayışı kendine has. Daha açık bir ifadeyle birinde helal olan diğerinde haram… Haram ve helallerin Kuran’dan sabit olmasına rağmen bu çeşitlilik niye? Bari haram - helal demek yerine, “Bu durum bize göre uygun ya da uygun değil” deyin de Allah’ın yerine göz koymamış olun.
GÖZLERİNİ KIRPMADAN ÖLDÜRÜRLER
Hani dedik ya bunların hepsi şeriat ister, hilafet ister ancak ortak bir şeriat ve hilafet anlayışında buluşamazlar. Yani hepsinin şeriatı da kendine has! Ellerine FETÖ’nün elindeki gibi bir güç geçse emin olun hiçbiri FETÖ’nün yaptığından farksız bir şey yapmaz… Velev ki öyle bir güç geçti ve başardılar. İşte o zaman herkes o tarikat/cemaatin şeriat anlayışı neyse o minvalde bir anlayış dışına çıkanı mürted (dinden çıkmış olan kimse) ilan eder ve o kimseyi gözlerini kırpmadan öldürürler.
HADİSLERİ HEPTEN SÜPÜRÜP ALIRLAR
Peygamber Efendimizden rivayet edilen hadisleri ya da onun hayatını aktaran rivayetleri de din kabul ederler. Oysa şu gerçeği göz göre göre göz ardı ederler… Allah Rasulü’nün verdiği eğitim ve öğretim sayesinde sahabe arasında eleştirel zihniyetin hayli canlı olduğu konusunda öne çıkan bir isim var. Hiç şüphesiz o isim Hz. Aişe annemizdir. O, keskin zekası ve muhakemesi, sahip olduğu öğrenme iştiyakı, gerçeği öğrenebilme adına yapmış olduğu sorma ve sorgulama yeteneği ile daha Hz. Peygamber zamanında bu sahada etkisini göstermişti. Bu durumu ortaya koyan birçok olayın içinden en meşhur olan bir tanesini ele alacağız.
HZ. AİŞE ÖRNEĞİ
Bazı kitaplarda şu rivayet yer alır: "Uğursuzluk üç şeydedir. Evde, kadında ve atta (binek)." Bunun ravisi Hz. Ebu Hureyre (RA). İnsanlar Hz. Ayşe’ye (RA) bu rivayeti soruyorlar. Hz. Ayşe bu rivayete çok sert tepki vererek, Hz. Muhammed’i (SAV) Kuran’la gönderen Allah’a yemin ederim ki, Hz. Muhammed (SAV) böyle söylememiştir. Ebu Hureyre yanlış biliyor. Olayın aslı şudur: Peygamberimiz bir gün şöyle buyurmuştu: İslam’dan önce cahiliye Arapları zannederlerdi ki üç şeyde uğursuzluk vardır. Bunlar; ev, kadın ve binek hayvanıdır. Ebu Hureyre sözün başını duymadı da sözün ikinci bölümünü duydu. Sadece orayı rivayet ediyor, bu doğru değildir." (Ez-Zerkesi, el-İsabe, s.114-116) diyerek bu rivayetin doğru olmayacağına dair Kuran’daki Hadid Suresinin 22. Ayetini delil gösterir: “Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (levh-i mahfuzda) yazılmış olmasın.” Varın Hz. Aişe ve onun gibi dirayetli sahebelerin süzgecinden geçmeden günümüze kadar sahih diye gelen hadisleri siz düşünün ve bu ümmetin neden bu hale geldiği cevabını siz verin...
KURAN’A AYKIRI OLANI REDDETTİLER
Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Aişe, Hz. Abdullah b. Abbas gibi sahabeden bazılarının Peygamber Efendimizden rivayet edildiği söylenen bazı haberleri reddetme gerekçesi olarak bunları Kuran’a aykırı buldukları şeklinde rivayetler bulunuyor. Özellikle Hz. Aişe’nin bu konudaki tutumu dikkat çekicidir. Çünkü Hz. Aişe bir kısım sahabeden hadis olarak aktarılan bu rivayetleri Kuran’a aykırı buldukları gerekçesi ile reddetmiştir.
KÜLTÜRÜ DİN DİYE YUTTUK
Kuran’i bakışı bir kenarda tutan tarikat ve cemaat anlayışı Kuran’da sabit olan bir ayetin hükmünü Hz. Peygamber Efendimizden rivayet edildiği söylenen hadise dayanarak yok sayarlar. İşlerine geleni Kuran’dan alırlar ya da almazlar yine işlerine geleni hadisten alırlar ya da almazlar. Aslında bu anlayış sadece tarikat/cemaatlerin anlayışı olmayıp günümüz Türkiye’sindeki hakim olan İslam anlayışının ta kendisidir. Bir kültür ögesi olan sarığı, cübbeyi de din diye yutturuldu bu ülkenin evlatlarına. Diş fırçası, diş macunu çıkmış hala, “Misvak” diyorlar. Peygamber Efendimizin misvak tavsiyesindeki asıl maksadının ağzı temiz tutmak olduğunu hiç düşünmüyorlar ki…
GENÇLERİ DEİST ATEİST AGNOSTİK YAPTIK
Eğer günümüz Türkiye’sinde kabul gören İslam anlayışı doğru bir anlayışsa ve bu anlayışla ahlaklanacaksak neden 20 yıldır daha iyi bir ahlak anlayışına sahip bir ülke olamadık. Bu anlayışın önü şu son 20 yılda han kapısı gibi açıldı. Ancak bu anlayış ne yaptı torpil yaptı, ihaleye fesat karıştırdı, yalan söyledi, iftira attı, Kuran’ın adaletle hükmetmeyi emretmesine rağmen adaletin yanına bile uğranmadı. Ülkede ahlaksızlık diz boyu olduğu gibi bu anlayış hakkıyla Müslüman yetiştirmek yerine gençlerin deizme, ateizme ve agnostisizme yönlenmesine sebep oldu…
O ZAMAN DOLAYLI OLARAK “HEPİMİZ FETÖCÜ’YÜZ”
FETÖ’ye geri dönelim… Ülkedeki her kademeye FETÖ operasyonları yapıldı bir tek kademe hariç… Siyasi partiler ve meclis… Demek ki neymiş bu ülkenin her kesiminin (sağcısı, solcusu, laiki, antilaiki vs.) oyuyla temsil yetkisi elde eden bu makamlara FETÖ operasyonu yapılmamışsa hiç kimse kusura bakmasın tarikatçısıyla, Atatürkçüsüyle liberaliyle, osuyla busuyla “HEPİMİZ FETÖCÜ’yüz…”
Yorumlar
Kalan Karakter: