TÜRKİYE’NİN YÜZ KARASI: DARBELER
TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu Raporu (85)
Başbakan Adnan Menderes'in ziyaret ettiği her vilayet, kendisini coşkuyla karşılamaktadır. Ancak sadece darbe ertesi değil, infazlar ğunda da kayda değer bir tepkiye tesadüf edilmemektedir. Millet çoğunluğu, “eylemli” tepki ve destek düşüncesinden uzak görünmektedir. Ancak seçim şeklinde tecelli eden irade beyanıyla “eylemli” olarak gösteremediği tepkiye yakın bir tercihten de çekinmemektedir. Anayasa oylamasında anayasaya %40 civarında hayır oyu vermesi ve 1961 seçim sonuçları bu sosyal-psikolojik olgunun da göstergeleri olarak okunmalıdır. 27 Mayıs darbesine yaklaşılan günlerde DP iktidarının yalnızlaştığı görülmektedir. Ancak daha da ilginci, DP'nin güçlü bir gençlik ve öğrenci tabanına sahip olmamasıdır. Bu durum DP'nin altyapı yatırımlarına, yol, fabrika, okul, baraj yapımına önem ve öncelik verirken insan faktörünü göz ardı ettiğini de göstermektedir. DP, üniversite gençliğinin tek-yönlü gelişimi ve bunun neticesinde de CHP'li kitlenin yoğunluğunu okuyamamış gibi görünmektedir. Gençlik heyecanının bu derece yoğunluğunun muhalefet içgüdüsüyle izah edilemeyeceği aşikârdır. Bu bir eğitim meselesi gibi görünmektedir. 27 Mayıs'a doğru darbe, emareleri itibariyle ihtimal dışı bir seçenek değildi. Veriler bir darbenin mutlak ve muhakkak olmasa bile güçlü bir ihtimal ğunun anlaşılmasına yeterdi. Ancak gerekli tedbirler alınamamış, alınsa da muhtemelen geç kalınmış gibiydi. Çünkü Milli Savunma Bakanlığı'nın en kilit noktaları darbeye niyetli subaylar tarafından ele geçirilmiş, tüm kritik noktalara bu hedef doğrultusunda atamalar gerçekleştirilmişti. Yine de istihbarat kanalları daha güçlü çalışsaydı, darbenin önü alınabilirdi gibi görünmektedir. DP Hükümeti, demokrasinin seçimlerle tecelli edeceği, herkesin tecelli eden neticeye inanması gerektiği anlayışıyla hareket ettiği için de darbenin gerçekleşme vasatını tahlil edememiştir. Oysa ülkemizde güçlü bürokratik yapı, temellerini “tepeden inmecilik” diye tesmiye edilen bir anlayıştan li-">li tadır. Cumhuriyet'in ilk dönemi, tüm kurumsal yapının belli bir görüş doğrultusunda belirlendiği, çoğulculuğun eksen ve etken olmadığı bir dönüşümün de yaşandığı yıllardı. Böyle bir yapıdan çok partili, demokratik bir yaşama geçilmesi dönüşümün de aynı hızla gerçekleşeceği anlamına gelmemekteydi. 27 yıl boyunca tüm kurumlarıyla iktidarda kalmış bir yapının kazanımlarını kaybetmesi anlaşılabilir bir şey olarak hesaba katılmalıydı. Bu yapının 1950 ve 1954 seçimlerinde görece gerilemiş olması, sessiz kalması, yanılgıyla tasfiye edildiği şeklinde anlaşılmıştır. Oysa 1957 seçimlerinden sonra bu yapının tüm canlılığıyla ayakta durduğu az-çok görülmeye başlanmıştı. CHP'nin siyasî temsilciğini yaptığı bu yapı, bütün unsurlarıyla belli dozajlarda muhalefete geçti. CHP'nin yıpratıcı muhalefeti ise, DP'nin kılcal damarlarına etki edebilecek bir profesyonellikteydi. DP, bu noktada CHP muhalefetinin “sinir harbi” üzerine kurulu muhalefetini de okuyamamış, aynı sertlikle cevap vermiştir. Oysa kurumsal yapı Ankara ve bürokrasi merkezlidir ve bu merkez, siyasî iktidardan çok CHP'ye yakındır. Bir müdahalede aktif ve belirleyici yapı bürokratik yapıdır; seçmen değil. DP, bu yapıyı dönüştüremediğinin farkına varamadığı gibi üstelik bir de bu yapının eline istemediği koz vermiştir. DP, bahanelerin çoğu sebep telakki edilebileceği gerçeğini de dikkate almamıştır. DP'nin vekâlet emrine aldığı akademisyen ve re'sen emekliye k ettiği yargıç sayısı fazla değildir; ancak dönemin nezaketi bu kabil kararların sahip kları önemden ve taşıdıkları ağırlıktan daha farklı bir şekilde anlaşılmasına ya da istismarına müsaitti. Bürokratik yapının tahrikkar iktidar olma arzusuna verilen cevap aynı şekilde ve üslupta olunca kaybedenin DP iktidarı olması kaçınılmazdı. DP, 10 yıllık sürecin demokrasi kavramının ve anlayışının yerleştiği yanılgısıyla, demokratik görünümlü demokrasi dışı propagandaya aynı şekilde demokrasi dışı usullerle cevap verdi. DP, tongaya düşmüş, çok iyi kamufle edilmiş demokrasi dışı muhalefete, yine aynı şekilde cevap verirken aynı başarıyı gösterememiştir. Tahkikat Encümeni kurulması, esasen 1924 Anayasası'na değil, maslahata ve mücadele tekniğine aykırıydı. CHP ve bürokratik yapının muhalefet ve propaganda da ne yıkıcı davranırsa davransın demokrasi kavramına sığınma mazereti vardı; oysa DP, buna karşı kurumlarla cevap verdi. Aslında Tahkikat Komisyonu kurulması ve TBMM'nin tatile girmesi, tek siyasi-kurumsal yapı komisyonla iş gördürülmesi neticesini doğurduğu için olayların hızlanmasına da sebep olmuştur. Radyonun inandırıcılığı halk nezdinde bir mana ifade ediyordu; bürokratik yapının değil. Tahkikat Komisyonu'nun aldığı yayın yasağı darbe ertesi sosyal cinnet şeklinde tezahür edecek kıyma makineleri ve benzeri haberlerin de sebeplerinden biriydi. Hiç olmazsa darbe öncesi kıyma makineleri uydurmaları tedavülde değilse de İstanbul ve Ankara'da birçok üniversite öğrencisinin güvenlik güçleri tarafından öldürüldüğü iddiası yaygındı. Komisyonun İstanbul-Ankara Olayları için koyduğu yayın yasağı pireyi deve, habbeyi kubbe yapmıştır. CHP milletvekilleri bile Meclis'te 30 öğrencinin öldürüldüğünü söyleyebilmişlerdir. DP, yanlış bir taktikle hem Meclis'i tatile sokmuş hem de Komisyon kanalıyla basın yasağı getirmişti. Artık tüm kanallar kapalıydı ve muhalefet de bunu alabildiği istismar etmiştir. DP'nin hataları düzeltilebilirdi ve zaten bunun belirtileri de görülmeye başlanmıştı. Örneğin çok tepki çeken Tahkikat Komisyonu'nun görevinin son bulduğu, bizzat Menderes tarafından ifade edilmişti. Ancak, öğrenci ölümlerinin abartıldığı, öğrencilerin hedef alınarak öldürülmedikleri de ispatlanabilirdi. Bunların yanında, darbe ihtimaline karşı alınması gereken tedbirlerin alınmamasının da izahı yoktur. Türkiye'yi darbelere götüren ana araç toplumsal şiddet ve terörün sürekli artarak insanları ve siyasal iktidarı bezdirmesi ve bunu vazife bilen bazı odakların “Bu düzen böyle gitmez” diyerek bir “kurtarıcı” misyonuyla duruma müdahale etmesidir. Nitekim terör, uzun dönemde siyasal düzeni yıkmağa yönelik bir araç ğuna göre, onun kısa dönem içinde bazı amaçlarının bulunması doğaldır, örneğin, Fransız sosyal psikologu Roger Mucchielli terörizmi daha çok düzene karşı olma boyutlarıyla ele almış ve onu "yıkıcılık" olarak tanımlamıştır. Mucchielli'ye göre, ilk aşamada, yıkıcılar özellikle kamuoyunu etkilemeyi amaçlamaktadırlar. Birbirleriyle sıkı sıkıya ilintili bu kısa dönem amaçlar, üç başlık altında toplanabilir: Hedef alınan ulusun moral gücünü yıkmak ve onu oluşturan grupları parçalamak; otoriteyi, onun koruyucularını, görevlilerini ve önemli kişilerini kamuoyunda küçültmek; halk içinde kurulu düzen yanlısı herhangi bir kendiliğinden girişimi önlemek için, yığınları etkisizleştirmek ve herkesi “kendi başının çaresine bakmayı” arar duruma düşürmek. Terör eylemlerinin bu aşamadaki temel amaçları halkın gözünde siyasal iktidarı yıpratmak ve giderek, devletin manevi otoritesinin zayıflamasını sağlamaktır. Öyle ki, bu ''otorite bunalımı" bu kez de yöneticilerin yeteneksizliklerinin bir kanıtı olarak ileri sürülecek ve yığınlar mevcut iktidara karşı başrıya itilecektir. Kısacası, siyasal terörün kısa dönemdeki birincil amacı, merkezi iktidarı istikrarsızlaştırmak ve kamuoyunu yıldırmayı gerçekleştirmektir. Darbeler, dış güvenlik ve ülke menfaatlerinin tehlikeye sokulduğu gayrimeşru hareketlerdir. 27 Mayıs darbesi ertesi günkü gazetelerin manşetini süsleyen silah depolarının bir kısmı , Kıbrıs'a gizlice gönderilecek silahların saklandığı yerlerdir. Darbe esnasında birçok yetkili gözaltına alındığı için bu konuda doğru bilgiye ulaşmak ve gerekli tedbirleri li-">li kısa sürede mümkün olamamıştır. “Dikta”, “Gestapo”, “Menderes'in silahlı birlikleri” söylemlerinin Kıbrıs'a gönderilecek silahlarla ilişkili olması ilginçtir. 27 Mayıs örneğinde görüldüğü üzere darbeler, nefretin ve kinin boca edildiği hareketlerdir. Özellikle basının ve üniversitenin intikamı korkunç olmuştur; bu korkunçluk, sosyal psikolojinin “örnek dönemolay” kabul edip inceleyeceği bir zenginliğe sahne olmuş, idam talebi ve ısrarı bir histeri halini almıştır. O dönem muhalif basın mensubu ve talebe olup da idamları ısrarla talep etmeyen kimse yok gibidir. Darbeler tüm dengelerin altüst olmasına sebep hareketlerdir. Sadece yönetimde değil, sosyal hayatta da kargaşalar baş göstermekte, haklı haksız tasfiyeler, ihbar furyaları, kötü muamele millî bütünlüğe de zarar vermektedir. Darbeler, toplum barışını da dinamitleme potansiyeline sahiptir. 27 Mayıs bu açıdan da ibretliktir. Acı olayların yaşandığı bölgelerde mukim Kürt kökenli ileri vatandaşlarımız, sırf DP'li kları için toplama kamplarına alınmış, bilahare iskâna tabi tutulmuş, bu da bölgede telafisi zor hasarlara yol açmıştır. Oysa bölgede 1938'le son bulan olaylardan sonra belli bir sükûnet hâsıl olmuş, 1950-1960 arasında da devlete kırgınlıkları bazı Kürt kökenli vatandaşlarımız DP iktidarının özgürlükçü açılımıyla devletle küskünlüklerini unutmuşlardır. DP iktidarıyla birlikte bir barış sağlanmıştır. 27 Mayıs darbesinden sonraki gözaltı ve iskânlar, siyasal Kürt hareketinin de sebeplerinden biri olarak zikredilmektedir. Darbeler, sebep kları kirliliklerin uzun müddet temizlenemediği hareketlerdir. 10 yıl boyunca ülkeyi yönetmiş insanların yüzlerinin tükürük ve balgam içinde kalması, çocukları yaşındaki subayların sıra dayağından geçirilmeleri, bir kısmının idam edilmesi, idam edildikleri ipin mirasçılarından, ailelerinden tahsilini havi makbuzların kapılarına yapıştırılması köklü bir devlet geçmişi ve eği bir ülkenin rmakta zorlanacağı kirliliklerdendir. 27 Mayıs gecesi tüm Harbiye talebelerinin silahlanıp DP'li avına çıkmaları da askerî okulların eğitim-öğretim problemine işaret etmektedir. Darbeler, bumerang etkisi yapan hareketlerdir. 27 Mayıs öncesi İsmet İnönü'ye zarar gelir endişesiyle İnönü'nün evinin civarında devriye gezen Fethi Gürcan, 27 Mayıs darbesinden sonra İnönü'yü de hedef alan bir darbe teşebbüsünün aktörü olmuş ve idam cezası CHP ağırlıklı bir oylamayla tasdik edilmiştir. Darbeler, la destekçilerini ya da sempatizanlarını bile hedef alabilmektedir. Darbeler, halk iradesinin önündeki en büyük engeldir. Sırf 1961 Seçimleri'ni CHP kazanamadı diye yeni askerî hareketlilikler baş göstermiş, İnönü'nün Başbakan olmasıyla ortalık durulur gibi olmuştur. Cumhurbaşkanlığına adaylığını koyan Ali Fuad Başgil ölüm tehdidiyle adaylıktan vazgeçirilmiş, Cemal Gürsel, Meclis'in silahla tehdit edilmesi neticesi Cumhurbaşkanı olmuştur. Darbeler, getirdikleri yeni kurumlarla da millet iradesini dengelemek istemişler ancak ilginçtir, seçimin söz konusu ğu kurumlarda tam aksi neticelerle karşılaşmışlardır. Senato seçimlerinde çoğunluğu yine DP'nin devamı kabul edilen partiler almıştır. 27 Mayıs, bürokratik yapının taleplerinin seçimler yoluyla gerçekleşmeyeceği varsayımıyla birçok yeni kurum ihdas etmiş ve bunları meclis ve hükümet gibi yetkilendirmeye çalışmıştır. Meclisle elde edilemeyen sonuçların, bu kurumlar aracılığıyla gerçekleştirilmesi hedeflenmiştir. Yargı, kanayan yara haline getirilmiştir. Darbe sonrası dönemde MBK kurulmuş ve yeniden demokrasiye geçilinceye askerlerin oluşturduğu bu komite yönetimde kalmıştır. 18 aylık bir dönemden sonra yapılan seçimler sonucunda, en fazla oyu alan iki parti CHP ve DP'nin devamı niteliğindeki AP yeterli çoğunluğu sağlayamadıkları için mecburi bir koalisyon kurma yoluna gitmişlerdir. Bu ise tarihimizin ilk koalisyon hükümeti olmuştur. Bu ise özellikle 1971 sonrası istikrarsız koalisyonlar döneminin habercisi olmuştur. DEVAMI YARIN...