TÜRKİYE’NİN YÜZ KARASI: DARBELER
TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu Raporu (58)
Haklarında soruşturma açılan subaylar şunlardır: Albay İlhami Barut, Yüzbaşı Kazım Özfırat ve Binbaşı Ahmet Dalkılıç. Albay İlhami Barut'un başını çektiği bu grup Harp Akademisi grubundan ayrı bağımsız bir komitedir ve Samet Kuşçu ile tesadüfen ilişkiye geçmişlerdir. Binbaşı Asım Ural, Albay Naci Aşkın, Binbaşı Ata Tan ve Yüzbaşı Hasan Sabuncu ekibi ise Güventürk'e bağlı hücrelerinden biridir. Dokuzuncu kişi ise olaylardan habersiz emekli Albay Cemal Yıldırım'dır. Cumhurbaşkanı Bayar bu olay hakkında geniş bir soruşturma yapılıp başka örgütlenmelere meydan vermeyecek şekilde her ne varsa açığa çıkartılmasını 446 Öymen, a.g.e., s. 209. 447 Erkanlı, a.g.e., s.9-10. 448 Sadık Göksu, Darbeler Demirkıratlar ve 27 Mayıs, İstanbul, Anahtar Kitaplar Yayınevi, 1999, s.30 449 İpekçi, a.g.e., s,65 isteyerek, olaya adeta hükümetten daha fazla önem vermiştir. Ordu üst yönetimi bu dönemde sessiz kalmış, Şemi Ergin istifa etmek zorunda bırakılmış ve yerine Ethem Menderes atanmıştır. Soruşturmalar sürerken bakanlığa gönderilen bir ihbar mektubu ile Birleşik Komite üyesi Suphi Gürsoytrak, Orhan Erkanlı ve Rıza Akaydın'da tutuklanmış, daha sonra serbest bırakılmışlardır.450Askeri mahkemede ordu içinde gizli bir darbe hazırlamak suçlamasıyla yargılanan dokuz subay altı ay sonra beraat etmişlerdir. İhbarda bulunan Samet Kuşçu ise orduyu isyana teşvik suçundan iki yıl hapis cezasına mahkûm olmuştur. Dokuz Subay Olayı'nın orduya yansıması kça ilginçtir. Gizli örgütlenmeler bu olaydan güçlenerek çıkmışlardır. Harp Akademisi'nde kurulan Birleşik Komite ise faaliyetlerini 1959 yılına asgari düzeye indirmiş ve Güventürk'ün deşifre olması iyle kendi içinde yapamadığı tasfiyeyi hükümete yaptırmıştır. Çünkü Güventürk aşırı davranışları ile komitenin emniyetini tehlikeye atmıştır.451 Sadi Kocaş grubu ise Dokuz Subay Olayı'ndan en az etkilenen gruptu. Kocaş'a göre ordu müdahalesinin resmi lideri gibi davranmaya razı olacak en azından bir tane üst rütbeli general bulmak zorunludur. Bu bir bakıma ordu içindeki hiyerarşiyi de darbe yönünde aktif hale getirebilecektir. Dolayısıyla ilk önce Üçüncü Ordu Komutanı Necati Tacan ile irtibata geçmiştir. Fakat Tacan'ın 1958 yazında kalp krizi geçirmesi iyle Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na atanan Orgeneral Cemal Gürsel'e yaklaşmaya karar vermiştir.452 Dokuz Subay Olayı sonrasında faaliyetlerini durdurma kararı alan Birleşik Komite 1959 yılında Kocaş grubu ile irtibata geçerek daha geniş bir yapılanmanın yanında fiilen daha geniş bir alanı kontrol etme şansını da yakalamıştır. Osman Köksal ve Sadi Kocaş'ın birlikteliği ile gerçekleşen bu ittifak, ana komitenin çatısını çizerek hücre tipi örgütlenmeyi temel almıştır. Komite içinde “Faik Bey” parolası ile anılan Cemal Gürsel ise fiilen olmasa bile komitenin resmi lideri olmuştur. Cemal Gürsel'in: “Eğer müdahaleye mecbur kalırsak kesinlikle kan dökmemeliyiz. Askeri diktatoryada ben yokum. Sandalyeler bize tatlı gelmemeli, ihtilali yapar yapmaz profesörlere yeni bir anayasa ve seçim kanunu hazırlatıp en geç üç ay içinde seçime gitmeliyiz.” diye özetlediği darbe stratejisi darbeden sonra kabuk değiştirecektir. Osman Köksal'ın Cumhurbaşkanlık Muhafız Alayı'na atanması ve Suphi Karaman'ın da Personel Atama Dairesi'nin başına gelmesi ile darbeci subayların atamalarının kritik birliklerle, İstanbul ve Ankara'da ki birliklere yapılması eşlı olmuştur. 1959 yılının sonuna doğru komitenin önemli isimlerinden Sadi Koçaş Londra, Dündar Seyhan ise Washington Ateşemiliterliği görevine atanmıştır. Böylece Türkiye'de ihtilalci sıfatıyla anılan üç önemli isim 27 Mayıs yaklaşırken Türkiye'den uzakta kalmışlardır. Aydemir Kore'den, Koçaş Londra'dan, Seyhan ise Washington'dan gelişmeleri takip etmek zorunda kalmıştır. Osman Köksal'ın Muhafız Alay Komutanlığı'na geçmesi ve Koçaş'ın da Londra'ya atanması ile birlikte Komite'de toplantılarda başkanlık yapma işi en kıdemli olmak sıfatıyla Albay Alparslan Türkeş'e kalmıştır.453 Komite'de tartışmaları artık darbenin yapılıp apılmayacağı üzerine değil, darbe sonrası üzerine yapılmıştır. Ortaya üç fikir çıkmıştır: 450 Akyaz, a.g.e., s.101. 451 Akyaz, a.g.e., s.102 452 Hale,a.g.e., s.98 453 İpekçi, a.g.e., s.128 a)Askeri kurmak b) İktidarı CHP'ye devretmek c)Geçici bir meclis kurup yi yeni seçimler yapılıncaya bu meclise bırakmak. İkinci şık baştan elenmiştir. Türkeş askeri ile Türkiye'nin bir müddet edilmesini isterken Vehbi Ersü ise üçüncü şıkkın savunucusu olmuştur. Daha sonra komiteye katılan Sami Küçük ise Türkeş'in doğrudan doğruya askeri diktatörlük istediğini savunarak böyle bir teşebbüsün içinde bulunamayacağını belirtmiştir. Darbeye Zemin Hazırlayan Olaylar DP'nin halk katmanlarını politikaya sokması, CHP'nin malvarlığının kaynağını araştırmak için Tahkikat Komisyonu kurması ordu içinde de rahatsızlıklara yol açmıştır. DP giderek kendini daha güvensiz hissetmiş, gittikçe de muhalefet üzerindeki baskılarını artırmıştır. Ayrıca 1950'lerin ortasında başlayan ekonomik yavaşlama, durgunluk ve giderek ortaya çıkan kriz belirtileri, DP iktidarını sarsmaya başlamıştır. Özellikle kentlerin sabit gelirli çalışanları için enflasyon ciddi bir sorun oluşturmuştur. Gerçek ücretlerin düşmesiyle işçi, memur, subay, üniversite öğretim üyesi gibi sabit gelirli meslek grupları bu gelişmeden olumsuz etkilenmiştir. Sanayiciler de tarıma çok fazla kaynak aktarıldığını ileri sürmüş, plansız ve programsız ekonomiden şikâyet etmişlerdir. Örnek olarak İstanbul'da 333 temel maddenin fiyatı 1955'de 174,6 lira iken 1956'da 228,7 lira olmuştur.454 DP'nin uyguladığı ekonomik politikanın ücretli kesime yönelik kötü etkileri bürokratik direnci arttırmıştır. Yargı bürokrasisinin etkinliğini kırma yönünde aldığı emekliye k yetkisi, bakanlık emrine alma uygulamaları aradaki köprülerin iyiden iyiye atılması sonucunu ortaya çıkarmıştır. Hele askerlerin yaşadıkları mesleki sorunların yanı sıra geçim sıkıntısı içten içe kaynayan bürokratik muhalefeti açık bir isyana sürüklemiştir.455 1960 yılına girerken toplumsal gerginlik belirgin olarak dışa vurulmaya başlamıştır. Adana'da meydana CHP ve DP üyelerinin kavgasında 10 kişinin yaralanması, 1959 sonlarında Uşak'ta İnönü'nün başına taş atılarak yaralanmasıyla başlayan sürecin yoğunlaşması anlamına gelmektedir. Gazetecilerin seri halde hapsedilmesi hızlanmıştır. Ahmet Emin Yalman gibi Menderes'in yıllarca yanında yer alıp danışmanlığını yapan bir gazeteci dahi tutuklanmıştır. Üniversitelerde öğrencilerin iktidara karşı başlattıkları eylemlere, iktidarın tepkisi çok sert olmuştur. Şubat ayında İnönü'nün Konya mitinginde olaylar çıkmış ve arbede sırasında çok sayıda kişi yaralanmıştır. Kayseri'de yaşanan DP-CHP çatışmasının lerini yerinde görmek isteyen İnönü Kayseri'ye sokulmamış bu le Kayseri'de sıkıyönetim ilan edilerek engellenmeye çalışılmıştır. Tüm çabalara rağmen İnönü Kayseri'ye girmiştir. Önünü kesen birlik komutanları İnönü'nün Kayseri'ye girebilmesi için izin verdikten sonra istifa ederlerken DP iktidarının orduya yönelik güvensizlik-lerini de ispatlamışlardır. Menderes yönetimi İnönü'nün Kayseri'ye girmesinden Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel'i sorumlu tutarak emekliliğine altı ay kala izinli olarak Gürsel'i İzmir'e göndermiştir. Tüm bunların yaşandığı sırada İnönü Meclis'te ünlü sözlerini söylemiştir. “Şartlar mecbur ettiğinde ihtilal milletlerin meşru hakkıdır.” 27 Nisan'da ki öğrenci gösterileri ve polisin öğrencilerin 454 Cumhuriyet, 2.5. 1956, s. 1. 455 Orduda Osmanlı ordusundan bir düşük maaş sıkıntısı hâkimdir. Nitekim dönemin atmosferini iyi okuyanlardan biri Ord. Prof. Mükrimin Halil Yinanç, Adnan Menderes'i bu le uyarmak zorunda kalmış, Abdülhamit'in düşük subay maaşları yüzünden devrildiğini hatırlatmıştır, bkz. Öztuna ve Gökdemir, Türkiye'de Askeri Müdahaleler, s.29. üzerine şiddetle gitmesi sonucunda İnönü Meclis'te DP iktidarını uyaran son noktayı koymuştur: “Böyle giderse sizi ben bile kurtaramam.” Mazıcı'ya göre 27 Mayıs'a giden yolu DP'nin ordu dahil diğer kurumlarla ilişkisine bağlamak tek başına yetersiz, bir bakıma yanlıştır. Çünkü bu dönemde antidemokratik tavır, DP dışındaki sivil kurum kuruluşlarda da görülmektedir. Tek parti döneminin iktidar-ordu ilişkilerini gerginleştiren lerden biri, 27 yıl iktidarda samsun oto kiralama CHP'nin muhalefet partisi olmaya alışamamasıdır. Ayrıca Türk Silahlı Kuvvetleri yeterince profesyonelleşememiştir, basın dördüncü erk olmanın bilincinde değildir, üniversiteler siyasallaşmıştır.456 Zile Olayları 18 Ekim 1958 tarihli gazetelerin çoğunda 17 Ekim'de Zile'ye İsmet İnönü'yü karşılayanlara,457 27.6.1956 tarih ve 6761 No'lu Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet ettikleri gerekçesiyle müdahalede bulunulduğu, cop ve gaz bombası kullanıldığı, havaya ateş edildiği, İnönü ve bazı milletvekillerinin itfaiyenin hortumla sıktığı sularla ıslandığı, kendilerine saldırıldığı yazılıdır. Ancak yazılan haberlerin tamamen yalan ğu, bir gazeteci hariç Zile'ye kimsenin gitmediği, o gazetecinin düzmece haberinin de herkes tarafından kullanıldığı, Yerdeş'in hatıratında şöyle anlatılmaktadır: Tokat'tan vakitlice çıkılacak, Zile'ye gidilecek ve akşam da yine dönülecekti. İtibarlı ağabeyimiz ki: -Siz oturun oturduğunuz yerde, ben takip eder, gelir yazar ve sizlere veririm… Bir o gidip geldi Zile'ye. Daktilosunun taktığı sayfaların arasına kopya kâğıtlarını yerleştirip, galiba iki A4'ü dracak tespitleri önümüze koyarak, buyurun, geçin gazetelerinize demişti… Eh, vasıta yok veya son derece kısıtlı, bir de aklı eren ve kendini o şekilde inandırmış kıdemli ve üstelik en önde bir meslektaşımız, sizler zahmet buyurmayın, ben dönünce yazarım yse, ne vardı ki bunda… Ne mi vardı ki onda… Çok şey ğunu sonradan duyup anladık… Gazetelerimize geçtiğimiz haberlerde Tokat ahalisinin tamamının bizlerden duyup önceden öğrendikleri Zile'de neler olmamıştı, neler. Paşanın üstüne arazözlerle sular mı sıkılmamıştı, arabaların lastikleri mi kesilmemişti, kafa ve gözler mi yarılmamıştı… Zile için kendisine güvenip bel bağladığımız yakın çevre gazeteci ağabeyimiz kolumuzu kanadımızı kırmıştı. Sonradan öğrendiğimize göre öyle hortum-mortum da pek kesilmemişti. Demokrat Parti'yi böylesine karalayıp gözden düşürmek, yazık günah ve ayıp değil miydi? Etraf böyle diyordu. Yani İsmet Paşa, pek paşa paşa da gidip gelmemişti Zile'ye ama, elimize tutuşturulan çoğaltılmış sözde haber neyin nesiydi...458 Afyon'un Emirdağ ve Hatay'ın Kırıkhan İlçelerinde Yeşil Bayrak Açıldığı İddiası: 19 Ekim 1958'te Adnan Menderes'in Afyon/Emirdağ'ı ziyareti esnasında Nurcular tarafından yeşil bayrak açıldığı iddiası yazılmış, bu haber de gündemi meşgul etmiştir. Güngör Yerdeş bu haberlerle ilgili de şunları yazmaktadır: “İçimizden yine bir ağabeyimiz 'Ben hepinizin adına takip eder, sizlere de yazarım' deyince sanki dünyalar genç meslektaşların . Ankara-Afyon arasını bir toz yumağı halinde tamamlayan gazetecileri, tali köy ve kasaba yollarında kim bilir neler bekliyordu! 456 Nurşen Mazıcı, “Türkiye'de Ordu ve Siyaset..”, s. 51. 457 Bu olay aynı da Yassıada'da Anayasayı ihlal suçu kapsamında yargılama unsurlarından birini oluşturmuştur. 458 Yerdeş, Başkentte Önemli Olaylar ve Yazamadıklarım, s.38–40. Cumhuriyet'in kıdemli Ankara muhabirinin bu teklifi hepimizi memnun ve mes'ut kılmıştı… Evet, Emirdağ ve diğer yerlerdeki karşılamalarda neler olmuştu… Neler mi olmuştu? Kıdemli ağabeyimize göre neler olmamıştı ki… DEVAMI PAZARTESİ...