TÜRKİYE’NİN YÜZ KARASI: DARBELER
TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu Raporu (43)
Siyasilerimiz yine boşluk yarattılar ve normal koşullarda Meclis'te görülmesi gereken bir hesap, MGK'da görüldü. Asker, siyasi yaşamımızda balans ayarını veya ince ayarı tamamladı. Kendi düşen ağlamaz. Bundan böyle kimsenin şikâyete hakkı yok. Askerin bu tutumunun demokrasi ile bağdaşmadığını da 265 Zafer Özcan (2010); s. 22, 23, 61, 63, 64. söylemeyin... Oktay Ekşi'nin dün yazdığı gibi, "Eğer siz beceremezseniz, yerinize başkaları yapıverir..." Türkiye için artık yepyeni bir dönem başlıyor. Yeni bir demokrasi tarifi, yeni bir hükümet ediş şekli, yeni bir dengeler dönemi... Buna "Türk usulü demokrasi" demek gerekir. Durumu gerçekçi şekilde değerlendirirsek belki bu yeni dönemi uzatabiliriz. Yok, 12 Eylül öncesindeki gibi "mektup bana değil, karşımdakine yollandı" kargaşasına düşülürse, bu iş kısa sürede karakolda biter... Şimdi bir hesap yapma dönemi başlıyor... İşin gerçeğine bakacak olursak, hepimizin bir ince ayara ihtiyacımız var... (Aslında hepimizin “ince ayara” ihtiyacı var, Mehmet Ali Birand, Sabah Gazetesi, 3 Mart 1997) Sabah yazarı Necati Doğru ise 'Hasan Ali Yücel anlatıyordu' başlıklı yazısında bir askeri müdahaleye karşı iktidar ortaklarını uyarmakla kalmıyor, açıkça MGK kararları uygulanmadığı takdirde Başbakan Erbakan ile Başbakan Yardımcısı Çiller'in götürülüp hapsedileceğini ifade ediyordu: Anayasa ayrıca MGK'nın son aldığı ve henüz halka açıklanmayan 20 kararın uygulanıp uygulanmadığını da denetleme yetkisini Orgeneral İlhan Kılıç'a vermiş. Dolasıyla Erbakan ve Çiller, MGK'nın kararlarına ivedilikle uymak zorundalar. Uymazlarsa... Uydurulurlar... Ordu kışlasından çıkar... Erbakan ile Çiller'i... Anayasa suçu işlemiş ilan eder... Götürür bir yerlere hapseder. (Hasan Ali Yücel anlatıyordu, Necati Doğru, Sabah Gazetesi, 6 Mart 1997)266 Gazeteci Şamil Tayyar, Star Gazetesindeki köşesinde, Sincan'da tankların yürütülmesi meselesini anlatırken, Hürriyet muhabirinin olayı görüntüleyememesi üzerine tankların çekim için tekrar Sincan caddelerinden geçirildiğini yazdı. Bu ayrıntı bile 28 Şubat sürecinde medyanın oynadığı rolü anlatmaya yetiyor. 4 Şubat 1997'de gerçekleşen tankların yürümesi hadisesi ile ilgili ayrıntıyı Şamil Tayyar şöyle anlatıyor: Sincan'da tankların yürütüleceği bilgisi, belli bir merkezden bazı gazetelere önceden haber verildi. Bunlardan biri Sabah, diğeri Hürriyet'tir. Birçok gazetenin muhabiri gece yorgun düşüp Ankara'ya dönerken sadece Sabah muhabirleri Cemal Doğan ile Kamil Elibol Sincan'da . Ve sabahleyin Sincan'da dolaşan tankları ayrılana görüntüledi. Bu arada ilginç bir gelişme yaşandı. Tank görüntülerinin Sabah tarafından çekildiği duyulunca, başta Hürriyet olmak üzere çok sayıda gazete o fotoğrafların peşine düştü. Ama Sabah, fotoğrafları vermedi. Bunun üzerine bazı gazetelerin üst düzey yöneticileri, Genelkurmay'ı arayarak tankların Sincan'da ikinci kez yürütülmesini sağladılar. Aynı gün saat 16.00 sularında tanklar ikinci kez Sincan sokaklarında tur attılar. Böylece, tank yarışında geride samsun oto kiralama medyamız muradına erdi. Fakat buna en çok bozulan ilk fotoğrafları çeken Cemal Doğan'dı. Tanklar ikinci kez yürütülürken bir komutana yanaşıp sordu: 'Komutanım ne ?' Komutan: 'Tankları bakıma götürüyoruz.' Cemal yeniden devreye girdi: 'O niye ters istikamete gidiyorsunuz?' Komutanın şu sözü tarihe geçecek nitelikteydi: 'Ne sorup duruyorsun? Sizin büyük başlarınız aramış. Döndük .' (Sincan'da tankların yürüdüğü o sabah, Şamil Tayyar, Star Gazetesi, 11 Ocak 2008). Türk Silahlı Kuvvetlerine güveni sarsan en ciddi olay: Andıç. 25 Nisan 1998'e Hürriyet ve Sabah, bir süre önce Suriye'de yasamsun oto kiralamaıp Türkiye'ye getirilen PKK'nın 'iki numaralı adamı' Şemdin Sakık'ın askeri istihbaratta verdiği ifadesini o gün manşetten yayımladı. Gazetelerin bu yalan vakayı haberleştirmesinden saatler önce, 24 Nisan 1998 akşamı 'araştırmacı gazeteci' Uğur Dündar'ın başında bulunduğu Kanal D Ana Haber'de; Şemdin Sakık'ın, PKK ve irtica ile ilgili itiraflarının ardından aynen şu ifadelere yer verildi; “Türkiye'de bazı gazetecilerin örgütten para alarak terör 266 Zafer Özcan (2010); s. 37-40. örgütü PKK lehine haber yaptıkları iddia ediliyor. PKK'dan menfaat temin ederek terör örgütü lehine haber yapanların şunlar ğu öğrenildi: Mehmet Ali Birand, Çengiz Çandar, Yalçın Küçük ve Mahir Kaynak.” Konuyla ilgili olarak Hürriyet gazetesinde, başyazar Oktay Ekşi, ifadelerin bu bölümlerine dikkat çekerek, bu gazetecilerin açıklanmasını istedi. 'Alçakları tanıyalım' başlıklı yazıda Ekşi şöyle diyordu:267 PKK'nın sırrı kalmadı. Çünkü Şemdin Sakık isimli şeririn verdiği ifadelerden, PKK ile kimlerin bağlantılı ğunu, gizlice ne gibi destekler verdiklerini Türk kamuoyu henüz bilmiyor olsa da devlet biliyor. Bu bilgilerin ''Şemdin Sakık hakkında yapılan soruşturmanın selameti açısından bir süre daha gizli kalması'' mümkündür. Ama konu yargıya intikal ettiği andan itibaren Türk kamuoyu bu bilgilerin tamamını öğrenme hakkına sahiptir. Gerçekten bilmeliyiz: Vatanerlikte kendileriyle yarışılamayan pek fiyakalı zenginlerimizle allame geçinen gazeteci ve yazarlarımızdan hangileri PKK'ya uşaklık yapıyorlarmış. Keza dürüst gazeteci veya sorumlu aydın havalarında, bizleri arkadan hangi alçaklar hançerliyormuş, bilmeye mecburuz. Kimi alçaklığını saklamak için hukuku kullandı. Kimi insan hakları, kimi demokrasi . Şimdi hepsi geride . Sıra kulaklarından tutup adalete gönderilmelerine veya kamuoyuna teşhir edilmelerine geldi. Onu bekliyoruz. (Alçakları tanıyalım, Oktay Ekşi, Hürriyet Gazetesi, 25 Nisan 1998)Oktay Ekşi, öğrenmek istediği bilgiye çabuk kavuştu, çünkü bir gün sonraki manşetlerde Sakık'a atfen daha ilginç ve bir o da çarpıcı ayrıntılar vardı. Hürriyet'in manşeti, 'İfadesindeki İsimler' başlığını taşıyordu. “Sakık'tan Şok İddialar” (26 Nisan 1998) başlığını atan Sabah ise kendi yazarları Mehmet Ali Birand ve Cengiz Çandar'ın ismini de birinci sayfadan, 'PKK yandaşı' sıfatıyla okurlarına duyurmakta beis görmemişti. 28 Şubat sürecinde Türk Silahlı Kuvvetleri'nin komuta kademesi, yalan suçlamalarla süslenen bir komploya imza atmıştı. Genelkurmay, iki kelimelik açıklamayla 'andıç'ın doğruluğunu kabul etti. Ancak ne mağdur bıraktığı kişilerden özür diledi, ne de iç tahkikat açıp sorumluları cezalandırdı. Görmezden gelmeyi tercih etti. Gazeteci Ersin Kalkan: 138 sayfalık bir ifade metni sunuldu gazetecilere. Daha doğrusu servis edildi… Sadece bir kişinin söylediği, tabii önemli bir isimdi o, bir kişinin söylediği metin üzerinde Türkiye'nin dört bir tarafında büyük bir dalga yaratıldı. Çok planlı, çok iyi hesap edilmiş bir şey ğu anlaşılıyordu. Gazeteciyseniz bunu anlıyorsunuz. Sonra bir kaynaktan, mahkemeye yakın bir kaynaktan “Sadece şeyi öğrenmek istiyorum, sorgu metni kaç sayfadır?” m. “105 sayfa” diye cevap geldi. Geriye samsun oto kiralama her şey eklenmiş. Ertuğrul Özkök (Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni), o gün bizi resmen kullandılar diyerek nedamet getirdiği yazısında: 28 Şubat'ta benim en pişman ğum ve en kendi kendime ayıpladığım şey andıç'tır. Askerlerle zaten andıç olayından sonra bütün psikolojik ilişkilerim kesildi. Zaten yoktu ilişkim de, psikolojik ilişkilerim. Ben Türk ordusuna gözümün bebeği gibi baktım hep. Hâlâ da içimdeki duygu odur vatandaş olarak ama Türk ordusunun subay eğitimi, şu bu konularla ilgili, o zihniyetiyle ilgili kafamdaki şeylerin hepsi yıkıldı. O günden sonra yıkıldı. Çünkü resmen kullandılar bizi orada. Yani bizi kullandılar ve biz de kendimizi kullandırtmayabilirdik o durumda.268 267 Zafer Özcan (2010); 28, 70, 71. 268 Mehmet Ali Birand ve Reyhan Yıldız (2012); s. 272. Olayın failleriyle ilgili ilk itiraflar 28 Şubat döneminde Sabah Gazetesi köşe yazarı ve yayın koordinatörü olarak da görev yapan Can Ataklı'dan geldi. Ataklı, Öküz dergisine verdiği röportajda, 28 Şubat sürecinde Sabah'ın ve diğer büyük gazetelerin verdiği 'haberlerin yüzde 90'ının yalan” ğunu söylüyordu. Şemdin Sakık'la ilgili itiraflarla ilgili ilginç bir bilgi veriyordu Ataklı: “Dönemin çok güçlü bir Generali, bu haberlerin konulmaması durumunda gazeteyi batırma tehdidinde de bulunmuştu.” Bu röportajdan sonra Zaman Gazetesi de Ataklı'yla bir söyleşi yapmış. Ataklı orada da benzer şeyler söylemişti: Türk basını 28 Şubat sürecinde kötü bir sınav verdi. 28 Şubat süreci içerisinde özellikle büyük gazete ve televizyonların yaptığı haberlerin yüzde 90'ı (doksan) yalandır. Biz yazdık, biz okuduk... Ben bunu her yerde söyledim. Gene de söylüyorum. O dönemde öyleydi ya!.. Otur, bu olaya böyle bakalım, deyip yazıyorduk. Yaz işte!.. Gayet netti. 28 Şubat'la birlikte bir düşman ilan edildi ve bu düşman gelecek, başımıza oturacak… mışş! endişesi içerisinde bir savunma mekanizması çalıştı. Bu savunma mekanizmasının çalışmasıyla birlikte zemberek de koptu. (Haberlerin yüzde 90'ı yalandı, Can Ataklı, Zaman Gazetesi, 22 Aralık 1999). Ataklı'nın şok sözleri Şemdin Sakık'ın düzmece itirafları basında prim yapmadı ve olay birkaç gazetede yer alabildi. İşte bu süreç, basının ilk Andıç macerası olarak kayıtlara geçti. Kapatılan Nokta Dergisi Genel Yayın Yönetmeni olarak benzer bir süreci yaşayan Gazeteci Alper Görmüş'e göre bu olayla Türkiye'de ilk kez ordunun, 'sadece sivillere has' kirden pastan arındığı bilinci sarsıldı, askerlerin de kumpas yapabileceği görülmüş . Taha Akyol, 28 Şubat'ta asker ve medya ilişkileri bağlamında Türkiye'nin sosyolojisini, komisyonumuza şu örnek diyalogla anlatmıştır: 28 Şubatın böyle çok hayhaylı ğu günlerde Çevik Bir Milliyet gazetesini ziyarete geldi. “Arkadaşlar, ben Türkiye'nin nasıl bir tehlikeyle karşı karşıya ğunu size anlatmak istiyorum.” . Bütün Milliyet yazarları var, ben de varım. Umur Talu Çevik Bir'i protesto etmek için katılmadı. Çevik Bir, sözüne şöyle başladı: “Arkadaşlar, tehlikenin farkında değilsiniz, Türkiye yeşilleniyor.” Yeşilleniyor ği Greenpeace değil yani şeriat geliyor anlamında ve işi yine kızlara getirdi. Konuşması tipik bir fanatik cumhuriyetçi konuşmasıydı. Ben kendisine m ki: “Sayın Bir, siz Milliyete geldiniz, misafirimizsiniz, çok teşekkür ederiz, sizinle sohbet etmekten de memnun olurum. Biz kapıya şöyle bir yazı yazsaydık nasıl karşılardınız? Üniformayla bu sivil müesseseye girilemez.” Birdenbire irkildi böyle. “Yahu bu ne demek, bu üniforma yasak mı yani?” . Ben m ki: “Çevik Bey, bakın nasıl tepki gösteriyorsunuz? 18 yaşındaki kızlara siz bunu yapıyorsunuz.” İşte, türban ilericilik midir, gericilik midir tartışması buradan çıktı ve ben kendisine türbanın bir modernleşme simgesi ğunu, bilimsel kaynakları göstererek anlattım ve mesela m ki: İzmir'de altı ay önce toplanan 1. Sosyoloji Kongresinde başı açık, modern, cumhuriyet kadınlarından sosyologların sunduğu tebliğ var. Onlar diyorlar ki türban eksel kadının modern hayata, modern eğitime katılmasını sağlayan bir modernleşme aracıdır, bir modernleşme simgesidir. Bana inanmayabilirsiniz, ben sizi eleştiriyorum. Ya hiç olmazsa sosyologları dinleyin, onlardan mütalaa alın.” Kabul etmedi tabii.269 Görüşmenin devamında Taha Akyol, Çevik Bir'e sorar: 'Niye Türk toplumunun eklerine bu karşı çıkıyorsunuz? Bunun için Türkiye'de çok değerli sosyologlar var. Niye onlara 269 Taha Akyol, Gazeteci, TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu Dinleme Tutanağı, 4 Ekim 2012, s. 23. danışmıyorsunuz? Çevik Bir de “eğer sosyologlara270 danışırsak bu konudaki kararlılığımız dağılır” diyor.271 Asker - medya münasebetleri konusunda kayıtlara geçen bir diğer olay da Genelkurmay Başkanlığı Genel Sekreteri Erol Özkasnak ve Kurmay Kıdemli Yüzbaşı M. İhsan Tavazar imzalı “Basınla Temas” başlıklı belgedir (8 Haziran 1998 tarihli ve 3050-296.98/İCRA.SB). 28 Şubat sürecinde yararlanılan gazetecilere teşekkür mektubu gönderilmesi talimatının verildiği “Hizmete Özel” bir yazıdır. DEVAMI YARIN...