TÜRKİYE’NİN YÜZ KARASI: DARBELER
TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu Raporu (38)
Nitekim 28 Şubat sürecinde Batı Çalışma Grubu denilen mekanizmanın faaliyetleri polisin topladığı istihbaratla ortaya çıkmıştı. Jandarma, Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu'nun 25. maddesine dayanarak, polisin bulunmadığı bölgelerde istihbarat toplama hakkına sahip ğunu ileri sürüyor. Bu maddede: “Polis teşkilatı bulunmayan yerlerde il, ilçe ve bucak jandarma komutanları ile jandarma karakol komutanları bu kanunda yazılı vazifeleri yapar ve yetkileri kullanırlar.” denilmektedir. Hâlbuki Jandarma Genel Komutanlığı unsurları kendi sorumluluk sahasında olmak kaydıyla ancak ve ancak, suçu önleme amaçlı teknik istihbarat ve teknik takip yapabilir. Peki, kanundaki açık maddeye rağmen jandarma bunu nasıl yapabiliyor? Askerin Türkiye'de oluşturduğu fiili durum ve nüfuzundan yararlanarak komutanlarının emriyle yapabiliyor.231 Genelde askeri istihbaratın özelde Jandarma'nın yaptığı bu istihbarat faaliyetleri; yetki ve görev tecavüzü niteliğin r ve açıkça kanun dışıdır ve suçtur. Jandarma'nın tüm ülke genelinde yaptığı fişlemeler gibi, 9 Kasım 2005'te Şemdinli'de yaşanan olayda 232 231 Gültekin Avcı; Karanlık İlişkiler Susurluk Şemdinli ve Danıştay Olaylarının Şifresi, Birey Yayıncılık, İstanbul, 2006, s. 201-203. da iki Jandarma Astsubayının, polis sorumluluk bölgesinde, habersiz ve izinsiz olarak yaptıkları eylem bu kapsamdadır. Türkiye'deki askeri otoritenin devlet içindeki özerk alanının zemini iki katmanlıdır. İlki yasalar katmanıdır. Sivilleşme süreci bu birinci katmanı bir ölçüde kırmıştır. İkincisi, özellikle 28 Şubat döneminde tahkim edilmiş yönetmelik ve protokoller katmanıdır. Sivilleşme süreci bu ikinci kademeye hemen hiç ulaşmamıştır. Denebilir ki bugün askeri vesayet rejiminin değişmeyen unsurlarının en önemlileri, millî güvenlik düzenine 28 Şubat'ta dâhil girdilerdir. 28 Şubat'ın bu açıdan kalıcı etkisi 2000'li yıllarda fark edilmiştir. Bu etkinin, daha doğrusu devletin iç işleyişinin, mülki, istihbari ve asayiş alanının görece askerileştirilmesinin kökeninde EMASYA233 protokolü yatar. Bu protokole göre, illerdeki askeri otorite, valilerden izin almadan da (daha sonra bilgi vermek ve izin prosedürünü yerine getirmek koşuluyla) acil durumlarda asayiş olaylarına müdahale edebilmektedir. Bu çerçevede her ilde askeri garnizonda düzenli faaliyet gösterecek, yani kurumlaşacak bir güvenlik birimi kurulmuştur. Bu birim askeri ve sivil istihbarat ve operasyon planlamasının, tehdit ve tehlike değerlendirmelerinin merkezi olarak faaliyet göstermektedir. Şu açıktır: Her ilde askeri bir birim içinde oluşturulan “Asayiş Güvenlik Merkezleri” sivil emniyeti ve mülki amiri istihbarat, değerlendirme ve planlama açısından askere bağımlı kılmıştır. Tüm toplumsal ve istihbari bilgiler askerin elinde birikmekte, fişleme234 doğal bir işlem haline gelmektedir. MİT, emniyet istihbaratı açısından bir anlamda iller düzeyinde bu askeri birimlerin bağımlı değişkeni haline gelmiştir. Bu durum yaygın, tehlikeli ve “sıradan” bir askerileşme sürecine işaret etmektedir. En önemli noktalardan birisi Türk Silahlı Kuvvetleri'nin iç güvenlik doktrinini bu protokole göre yapılandırmış olmasıdır. Tedbir alma gerekçesiyle askeri merkezli fişleme, istihbarat ve operasyonlar böyle yaygınlaşmıştır.235 28 Şubat sürecinin ardından yaklaşık 6 milyon kişinin fişlenmesine bu protokol 2010 yılında rılmıştır.236 Eski Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu'na göre de, EMASYA faaliyetleri kapsamında komutanlıklar, Türkiye'de 11 milyon insanı fişlemiştir. Bu fişler de halen Millî İstihbarat Teşkilatı'nda tutulmaktadır.237 232 Jandarma Astsubay Ali Kaya için, “Tanırım, iyi çocuktur” diyen dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı halen emekli Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, konuyla ilgili olarak komisyonumuza şunları ifade etmiştir: “97 baharında Kuzey Irak'a operasyon yaptık. 2 tane yardımcım vardı. 1 tane Türk Silahlı Kuvvetlerinden tümgeneral, 1 tane de peşmergelerden yardımcım vardı, “peşmerge komutanı” diyorlardı onlar. Onlarla konuşmam lazım. Ali Kaya çok iyi Kürtçe konuşurdu, Jandarmada görevli. Yanıma verdiler ki tercümanlık yapsın diye. Oradan tanıyorum yani iki üç ay Kuzey Irak'ta bana tercümanlık yaptı. “Ben onu tanırım, şöyle çocuktur.” kten sonra o cümlenin devamı o: “Bir kusuru varsa cezasını çeker.” Maalesef insanımız böyle. Hani “Abdestsiz namaz kılmak günahtır.” dersiniz abdestsizi atarsanız “Namaz kılmak günahtır.” olur. Ona benziyor. Yani o cümlenin ikinci paragrafını bazısı yazdı, bazısı hiç yazmadı.” (Yaşar Büyükanıt, TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu Dinleme Tutanağı, İstanbul Dolmabahçe Sarayı, 8 Kasım 2012, s. 12, 13) 233 EMASYA Protokolü (Emniyet, Asayiş, Yardımlaşma): İçişleri Bakanlığı ile Genelkurmay Başkanlığı arasında 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu “11/d maddesi” gereğince alınması gereken müşterek tedbirlere ilişkin 7 Temmuz 1997'de imzalanan protokoldür. Dönemin İçişleri Bakanı ise Murat Başesgioğlu'dur. 234 Yaşayan boyutlarıyla 28 Şubat (2): EMASYA üç 'şey' ifade etmiştir: (1) Asayiş alanının askerileştirilmesi ve bu çerçevede tüm illerde ön tedbir adı altında toplumun tasnif edilmesi ve fişlemeler yapılması, (2) Gerektiğinde siyasete ve kamusal alana tümüyle koyacak darbe planlarının EMASYA planlarına enjekte edilmesi, (3) Askere toplumsal olaylara doğrudan el koyma, kendi başına hareket etme imkânının verilmesi. Askeri yapının iç güvenlik alanına sürekli ve denetleyici bir biçimde yerleşmesi olarak tek cümleyle tanımlanabilecek 'EMASYA düzeni' faaliyetlerini bundan iki yıl öncesine, 2010 yılına , protokol ilga edilene sürdürmüştü. Sorular şudur: Bu 10 yılın bilançosu nedir ve topluma dair fişler nere r? (Ali Bayramoğlu, Yeni Şafak Gazetesi, http://yenisafak.com.tr/yazarlar/AliBayramoglu/yasayan-boyutlariyla-28-subat-2/34429 Erişim: 16 Ekim 2012). 235 Ali Bayramoğlu; 28 Şubat Postmodern Bir Darbenin Sosyal ve Siyasal Analizi, Birey Yayıncılık, İstanbul, 2007, s. 91, 92. 236 Mehmet Baransu; Karargâh, Karakutu Yayınları, İstanbul, 2010, s. 485. 237 Bülent Orakoğlu, Eski Emniyet İstihbarat Daire Başkanı, TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu Dinleme Tutanağı, 16 Ekim 2012, s. 108. İç güvenlik istihbaratı, bu konuda rüştünü sahip ğu teknoloji ve çalışmalarıyla ispatlamış Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığına bırakılmalıdır. Bu saha esasen bir suç istihbaratı mahiyetini taşımaktadır. MİT, ana istihbarat servisi olarak hasseten dış istihbarata yönelmelidir. ABD modeli CIA-FBI ayrımına gidilmeli. FBI (Federal Bureau of Investigation- Federal soruşturma bürosu) iç güvenlik istihbaratı yapmakta olup aynı da adli polis olarak görev yapmakta ve ABD Federal Savcıları'na fevkalade yardımcı bir istihbarat birimi durumundadır. MİT, kanuna göre dört makama bilgi vermekle görevlidir. Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı ve MGK Genel Sekreterliği. Bu dörtlüden Genelkurmay Başkanı ve MGK Genel Sekreterliği çıkarılmalı, ulusal istihbaratın öncelikle sivil otorite elinde toplanması temin edilmelidir. Diğer ikisine istihbarat akışı gerektiğinde bu iki sivil otorite tarafından sağlanmalıdır. Çünkü Genelkurmay istihbarat Başkanlığı (J2) ve Kuvvet Komutanlıkları istihbarat Başkanlıkları geniş bir yelpaze olarak zaten Genelkurmay Başkanının nüfuz ve kontrolü altında olup, bu birimlerin faaliyetinden hiçbir sivil otorite ve mercii haberdar değildir. Askeri istihbarat yelpazesinin hiçbir sivil makam ve kişiye bağlılığı, kontrolü, denetimi, bilgi verme mükellefiyeti söz konusu olmadığından (Cumhurbaşkanına bile), demokratik hukuk devleti mekanizmaları dikkate alındığında ülkemiz açısından paranormal bir konumda ğu bir vakadır. Bu cihetle askeri istihbarat birimlerinin üst iyede Millî Savunma Bakanına ve dolaylı olarak Başbakanlığa bağlılığının temin edilmesi kaçınılmaz bir mecburiyettir. İstihbarat, bilhassa günümüzde entelektüel ve stratejik vizyon gerektiriyor, bu itibarla MİT askeri kadrolardan arındırılmalı ve sivil hüviyetine kavuşturulmalıdır.238 Sivil siyasi otorite, teşkil ettiği tamamen kendine bağlı sivil bir istihbarat servisi kanalıyla orduyu izletmeli ve ordu içindeki antidemokratik filizlenmeleri derhal durdurmalı ve böylelerini ve bunlara ön ayak ları ordudan derhal kovmalıdır. Türkiye 21. Asırda gerçekten demokrasi oyununu kuralına göre oynamak istiyorsa, demokrasi istiyorsa, bunun asker ile değil siviller ile gerçekleşeceği idrakinde olmalıdır. Evet, yıllar boyu ulusal güvenliğe tehdit olarak Komünizm, Kürtçülük, Türkçülük İrtica görülmüş ve istihbarat servislerimiz de bu tehditlere göre konumlandırılmıştır. Dikkat edilirse bu tehditler arasında bir tek dış tehdit vardı o da Sovyet Rusya'nın çökmesiyle bitti. Artık maalesef hiçbir dış odaklanma ve hedef kalmamış ve tamamen içe dönük bir güvenlik kaygısıyla KGB sendromlu paranoya toplumuna dönülmüş durumda. Zaten dış istihbarat odaklarının istediği de buydu ve başardılar. Vakit kaybedilmemeli ve kendi toplumunu takip eden bir 'büyük birader' devleti anlayışı terk edilerek, devletlerarası denge ve stratejik menfaatlere dayalı operasyonları mercek altına alan bir istihbarat odaklanmasına gidilmelidir. 239 238 Gültekin Avcı (2008); s. 232. 239 Gültekin Avcı; Genelkurmay Cumhuriyeti, Ordunun Devleti mi Devletin Ordusu mu? Metropol Yayınları, İstanbul, 2008, s. 186, 230. 11. Medya, Aydınlar, Sivil Toplum ve Darbeler Tanel Demirel'e göre, askerler meşruiyet arayışını darbe önemsiyor: “Türkiye'de askerler siyasete her müdahalelerinde farklı toplumsal kesimleri birbirine karşı kullanabiliyorlar. Darbelere destek devşirirken karşısına aldıkları bir kesime karşı ötekilerin desteğini şu ya da bu şekilde alıyorlar.”240 Devlet eğinin de etkisiyle anayasaya uygunluk ve hukukilik endişesi o ileri gitmiştir ki; Türk darbecilerinin darbelerden sonra yardıma ilk çağırdıkları meslek grubu üniversitelerin hukuk ve siyasal bilimler alanındaki öğretim üyeleridir. Her askeri müdahaleden sonra üniversitenin sözlü ve yazılı olarak darbenin meşrutiyetine dair “fetva” vermesi alışkanlık haline gelmiştir. Türkiye'de asker, fiili iktidarı ele aldığında kendisine akıl vermek isteyen çok sayıda okur-yazarı daima hazır bulmaktadır.241 Cemil Meriç aydının vasıflarını şöyle sayar: “Aydın olmak için önce insan olmak lazım. İnsan mukaddesi dır. İnsan hırlaşmaz, konuşur, maruz kalmaz, seçer. Aydın, kendi kafasıyla düşünen, kendi gönlüyle hisseden kişi. Aydını yapan; uyanık bir şuur, tetikte bir dikkat ve hakikatin bütününü kucaklamaya çalışan bir tecessüs.”242 Darbe dönemlerinde akademisyenlerin çoğunluğu, askerin politik ve sivil alana müdahil olmasını yadırgamamış bilakis onaylayan bir söylem geliştirmişlerdir. Örneğin, Enver Ziya Karal gibi önemli kimi aydınlar ile Hüseyin Nail Kubalı ve Sıddık Sami Onar gibi hukukçular bir taraftan darbeyi onaylarken, diğer taraftan bunların bir kısmı askeri rejimin yasa yapma sürecine dâhil olarak militarist rejimin organik aydınlarına dönüşmüşlerdir. Darbenin ğu gün İstanbul Üniversitesi'nden yeni anayasayı hazırlamak amacıyla Ankara'ya getirilen beş hukuk profesörü 28 Mayıs'ta yayımladıkları bildiri ile Demokrat Parti'nin anayasaya aykırı olarak kurduğu Tahkikat Komisyonları iyle meşruluğunu kaybettiğini ve bu le askeri müdahalenin haklı ğunu ifade etmişlerdir. Yine bu isimlerin hazırladığı ve 14 Haziran'da yürürlüğe giren “1 Sayılı Yasa”, darbenin kanunla orduya verilen: “Cumhuriyeti kollamak ve korumak vazifesi” temelinde yapıldığını belirtmiştir. Böylelikle hocalar ordunun ihtilal eylemini “anayasal, hukuksal ve bilimsel bir kılıfa” soktukları gibi daha sonraki darbeler için de yasal bir gerekçe icat etmiş lar.243 27 Mayıs'ta aydınların izledikleri tutumların bir benzerine, 1971 Muhtırası sonrasında da rastlanır. Bu dönemler, Demokrasi kavramı üzerinde henüz bir konsensüsün sağlanamadığı, demokrasinin herkese aynı şeyi ifade etmediği dönemlerdir. Parlamento dışı muhalefet hareketi öne geçerken bazı radikal sol gruplarda silahlı propaganda ve darbeci oluşumlar içinde çalışma tercih edilir bir yöntem olmuştur. Çok partili hayatı küçümseyen, Batı demokrasisini “cici demokrasi”, “Filipin demokrasisi” ifadeleriyle küçümseyen ve temelde tek partili otoriter rejim özlemi içerisinde darbeci devrimcilerin muhtırayı selamlamalarını ortaya koyan pek çok veri bulunmaktadır. DEVAMI YARIN...