TÜRKİYE’NİN YÜZ KARASI: DARBELER

Yayınlanma: 26.07.2013 05:30 Güncelleme: 26.07.2013 05:30

TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu Raporu (13)

Çünkü aynı aklara sahip değildi. O halkın bir yılda ulaşacağı bilgilere, bugünkü halklar saniyelerde ulaşıyorlar. Ancak, Jefferson'un halkı, kendisini yurttaşlar olarak ciddiye alıyordu. Çünkü demokrasi; büyük önderler tarafından değil, yetkin ve sorumlu yurttaşlar tarafından güvence altına alındığı güçlü demokrasi olarak yaşayabilir. Etkili diktatörlükler büyük önderleri gerektirir. Etkili demokrasiler ise 'büyük yurttaşlar'ı gerektirir. Ancak yurttaş ğumuz sürece özgürüz; özgürlüğümüz ve eşitliğimiz yurttaş ğımız oranda kalıcıdır.84 Asker sorununun çözülmesinde Türkiye için henüz riskli eşik aşılamamıştır. Mevcut düşünme modellerinin ötesini görememe, görmeyi kabul etmeme veya geçerli modele fazlasıyla bağlılık hallerinde değişim gerçekleşemez ve sorunlar çözülemez. Bu durum için 81 Ahmet İyimaya (2011); s. 296-298. 82 Hasan Cemal (2010); s. 43. 83 Mümtaz'er Türköne (2010); Sözde Askerler, Nesil Yayınları, İstanbul, s. 47, 94. 84 Sami Selçuk, Zorba Devletten Hukukun Üstünlüğüne, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 1999, s. 562. kullanılan kavram 'paradigma felci'dir. Askeri vesayetin kurumsal ve hukuki temellerine yönelik sistemik bir dönüştürme iradesi henüz ortaya çıkabilmiş değildir, hâlâ tereddütler mevcuttur. 27 Mayıs sistemini inşa edenler; Türkiye'ye dışarıdan bakıldığında demokratik seçimlerin yapıldığı, demokratik dünya standartlarına uymuş bir ülke gibi görünmesini istiyorlar. İçeride de halk bunu böyle bilsin isterler, ama gerçekte iktidarı kimselere vermiş değiller ve iktidarda hep onlar var. Soğuk Savaş sonrası konjonktürde Türkiye ile ilgili yapılan tasvirlerin mihver ülke (pivotal state) ile parçalanmış ülke (torn country)85 uçları arasında gidip gelmesi bu çok yönlü dinamizmin ortaya çıkardığı bir çelişkidir. Bir ülkenin farklı parçalar içinde gerilim yaşıyor gibi görünmesi bile kendi içinde barındırdığı güç potansiyelinin bir işareti sayılmalıdır. Kendi bunalımın-dan ve parçalanmışlığından dahi güç üretebilen toplumlar tarihe ağırlık koyma hakkını ve imtiyazını da elde ederler. “İnsanlık ileri doğru bir sıçramayla karşı karşıyadır, eski düşünce tarzları, eski formüller ve ideolojiler, geçmişte ne değerli veya yararlı olurlarsa olsunlar, artık gerçeklerle örtüşmüyorlar; yeni değerlerin ve teknolojilerin, yeni yaşam tarzlarının ve iletişim araçlarının çatışmasından doğan dünya, tamamen yeni fikirler ve analojiler, sınıflandırmalar ve kavramlar gerektiriyor.”86 diyen Alvin Toffler, gelmekte yeni uygarlığın tüm eski varsayımları alt üst ettiğini ve umutlu bir bakışla muhafazakâr tutumların değişmek zorunda ğunu ve bu dünyada bugüne ait sorunların düne ait yöntemlerle çözülmesinin mümkün olmadığını belirtir. Türkiye'nin sahip ğu geçerli vesayet düzeninde paradigma değişikliğine gitmenin şart ğu noktasında bir konsensüse ulaşılmış durumdadır. Bunu kimin başarabileceğinin cevabını, paradigma ve bunalım kavramları üzerinde düşünce üreten Thomas Samuel Kuhn verir: “Yeni bir paradigmaya yönelik temel buluşları yapan kişilerin hemen hepsi, ya çok genç ya da paradigma değişikliği yaptıkları alana yeni girmiş kişiler olmuştur.” Türkiye'nin gerçek bir demokrasi olmayan 'kendine has' vesayetçi demokrasisi temel olarak iki algı üzerinde yükselmektedir. Birincisi kendi çıkarından başka bir kaygısı olmayan, kişisel hesapları uğruna rakipleriyle didişmekten başka bir şey düşünmeyen sivil siyaset sınıfı algısı. İkincisi, sadece ülkenin ve milletin âli menfaatlerini düşünen, bu uğurda bütün kişisel kaygılarından uzaklaşmış askeri sınıf algısı. Toplumun kirinden, pasından münezzeh, bambaşka bir kategori oluşturduğuna inanılan Türk Silahlı Kuvvetleri, işte bu 'ahlaki üstünlüğü' iyle gerektiğinde sivil siyasetçileri görevden uzaklaştırıyor, ülkeyi bir süre yönettikten sonra nispeten gevşek bir vesayet düzeyini korumak koşuluyla kışlasına çekiliyordu. Son 10 yılda, özellikle de son 3-4 yılda ortaya çıkan çok sayıda olgu, askerle ilgili bu 'ahlaki üstünlük' mitini, imajını önemli ölçüde sarsmış, imajın hakikate tekabül etmediği anlaşılmıştır. Günümüzde artık ordunun da içinde yaşadığı toplum kirli ve toplum temiz ğu yaygın olarak kabul gören sosyolojik bir gerçektir. 85 Samuel Huntington: Türkiye, Meksika ve Rusya gibi ülkeleri torn countries (kimliği parçalanmış, siyaseti parçalanmış ülkeler) olarak tanımlar. Rusya'nın 17. yüzyılda Avrupa yanlısı çarı Büyük Petro ında, Türkiye'nin ise 1920'lerde Atatürk Devrimleri ile yırtılmaya başladığını anlatır. Huntington, siyasi iktidar tarafından tepeden inmeci metotlarla gerçekleştirilen toplumsal değişim ve bu değişimin ürünü kurumsal yapılanmanın ne gibi sonuçlar doğurduğu konusuna eğilir. Türkiye'nin çağdaşlaşmaya direnim gayretleri i ile “parçalanmış ülke” statüsü kazandığını söyleyen Huntington, siyasal değişimin Türkiye gibi bir ülkede tehlikeli ğuna ve bu gibi uygulamaların “bölünmüş ülke”ler ortaya çıkaracağına değinir. Huntington her ne çağdaşlaşma yanlısı olsa da, bunun doğal bir süreç içinde gerçekleşmesi gerektiğini belirtiyor. Türkiye'nin batılılaşma projesinin yarattığı kimlik karmaşasını “kültürel şizofreni” olarak nitelendirenler de vardır. 86 Alvin Toffler; Üçüncü Dalga, Koridor Yayıncılık, İstanbul, 2008, s. 9. 2. Millî Güvenlik Kurulu Uygarlık tarihindeki gelişmeler göstermektedir ki, askerler, kahramanlık çağı diye adlandırılan İ.Ö. 9. ve 8. yüzyıllardan itibaren toplum ve siyaset hayatında oynadıkları rolü sürdürmektedirler. Devlet ortadan kalkmadığı sürece de onların üstünlükleri ilk günkü gücünden bir şey yitirmeden devam edecek gibi. Askerin bu gücünün tartışmasız bir tek kaynağı vardır: Silah! O bakımdan asker deyince sıradan insanı değil, silahlı kişiyi; askerlikten ise a hazırlığı ve ı anlamak gerekmektedir.87 Türkiye'de devlet ve asker bir araya geldiğinde ortaya 'vesayet' çıkmaktadır. Ergun Özbudun'a göre vesayet rejimi: “Seçilmiş devlet organlarının seçilmemiş denetim organlarının vesayeti altında bulunması demektir.” Yani Millî Güvenlik Kurulu, Anayasa Mahkemesi gibi kurumlar marifetiyle, seçilmiş sivillerin 'esas' meselelere giremediği, kısacası devleti yönetmesine izin verilmediği bir durumdur.88 Ulusal Güvenlik Siyaseti Millî Güvenlik Kurulu'nun oluşturulmasında 2. Dünya Savaşı sonrası özellikle NATO çerçevesinde Batı ordularında yaşanan gelişmelerin payı vardır. Savaş sırasında karşılaşılan koordinasyon sorunlarını gidermek, tüm kaynakları ve barış dönemindeki hazırlıkları devreye sokan topyekûn savunma stratejisinin gereklerini yerine getirmek için, bu tür bir kurul önce ABD'de kurulmuş, ardından NATO üyesi ülkeler onu izlemişlerdi. Türkiye'de de MGK'dan önce 1949 yılında Millî Savunma Yüksek Kurulu adı altında benzer bir teşkilat kurulmuştu. Bu teşkilatın görevi “millî savunma politikasını tespit ve topyekûn millî seferberlik planının barışta hazırlan-ması” olarak tanımlanmış. Millî Savunma Bakanı ve onun önereceği diğer bakanları içine almıştı. Milli Savunma Yüksek Kurulu, gücü başbakana veriyor, gündemi onun tespit etmesini öngörüyordu. 12 yıl içinde başbakanlar bu kurula sadece bir kez katılmışlardır, kurula başkanlık görevi ise Millî Savunma Bakanları tarafından yürütülmüştür. Ne var ki, Millî Güvenlik Kurulu uygulaması NATO gereklerini de ihmal etmeyen, ancak ağırlığı devlet ve siyaset yapısına veren yeni bir gelişme ya da uyarlamadır. Askeri otoritenin devlet otoritesini siyasetçiyle paylaşma eğiliminin bir sonucudur. Nitekim Anayasa MGK üyeleri arasında başbakanı, devlet bakanını ve başbakan yardımcılarını, Millî Savunma, İçişleri, Maliye ve Ulaştırma ve Çalışma Bakanları ile Genelkurmay Başkanı, Hava, Deniz, Kara Kuvvet Komutanlarını yerleştirmiş, asker-sivil karması bir yapı ortaya çıkarmıştır.89 Ordu, savunma görevlerinin kapsamını geniş tutan bir anlayış adına, doğrudan askeri olmayan alanlarda karar alma sürecine katılma eğilimini benimsemişse ve meşru otoriteleri yerinden etmeden sivil/asker ilişkisini tersine çevirerek iktidarı kontrolü altında tutabiliyorsa demokrasi adına tuhaf bir durum yaşanıyor demektir. Millî Güvenlik Kurulunun genel oya ve siyasal partiler rejimine karşı duyulan güvensizlik sonucu kurulmuş ğunu iddia etmek acaba spekülasyon mu olur? Böyle bir iddia, en azından ciddiye alınmak durumundadır. Millî Birlik Komitesi üyesi Haydar Tunçkanat, 1966'da, MGK ile ilgili önemli ipuçları vermektedir: 87 Hikmet Özdemir (1993); s. 18. 88 Muhsin Öztürk (2012); s. 134. 89 Ali Bayramoğlu; Asker ve Siyaset, Bir Zümre, Bir Parti Türkiye'de Ordu, Birikim Yayınları, İstanbul, 2009, s. 77. Komite (MBK), oy çokluğu ile ikti-dara gelecek siyasi partilerin yeni Anayasamızla kurulacak ikinci Cum-huriyeti de dejenere edip yeni bir ihti-lale sebep olmalarını önlemek için, ye-ni Anayasa ile Millî Güvenlik Kurulu-nu bir tedbir olarak getirmiş ve vazife-lerini de açık ve seçik olarak belirterek Cumhurbaşkanının ve Kurulun asker üyelerini de millî güvenliğimizi ilgi-lendiren her türlü problemlerde temel görüşlerini bu kurulda bildirmekle hem görevli hem de sorumlu kılmıştır. (Akşam, 22 Eylül 1966) Buradaki mantıkla dile getirilen altı husus çok anlamlıdır: Oy çokluğu ile iktidara gelecek siyasi partiler; Birinci Cumhuriyeti dejenere ettiler; İkinci Cumhuriyeti de edebilirler; yeni bir ihtilale sebep olmalarını önlemek için; tedbir olarak Millî Güvenlik Kurulu oluşturulmuştur; Cumhurbaşkanı ve Kurulun asker üyeleri görüşlerini bildirmekle görevli ve sorumludurlar. 1961 Anayasasına Temsilciler Meclisi-nin ve Anayasa Komisyonunun diren-mesine rağmen Millî Birlik Komitesi-nin ısrarı ve müdahalesi ile yerleştiri-len 'Millî Güvenlik Kurulu” bir anaya-sal mekanizma olarak gerçekten böyle düşünülmüşse (ki, tersini kanıtlamak çok zor) “bu anayasa ile hükümet edilmez” (Eski Başbakan Süleyman Demirel'in cümlesidir) diyen siyaset çevrelerine hak vermemek mümkün değildir.90 O ki Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Turhan Feyzioğlu'nun millî güvenlik politikasından ne anlaşılması gerekti-ğine dair yaptığı tanım ilginçtir. Prof. Feyzioğlu'na göre: Bugün (1962 yılı) millî güvenlik poli-tikası dendiği , yalnız bizde de-ğil, bütün memleketlerde, askeri poli-tikadan, dış politikadan ibaret mesele-ler gelmeyecek, sağlık, ticaret politi-kası ile ilgili meseleler, sanayi, ziraat, ulaştırma, bayındırlık politikası ile ilgili meseleler bu kurulda görüşülecektir. Yasa koyucunun 'millî güvenlik' ve 'devletin millî güvenlik siyaseti' kavramlarını ne şekilde tanımladığını bilmek gerekmektedir.  DEVAMI YARIN...

Devamını Okumak İçin Tıklayınız