TÜRKİYE’NİN YÜZ KARASI: DARBELER

Yayınlanma: 19.07.2013 06:18 Güncelleme: 19.07.2013 06:18

TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu Raporu.

Böyle bir ortamda toplum, devlet elitinin yaptıklarına şüpheyle bakıyorsa, devletin projelerinin kendi yararına ğuna inanmıyorsa, kalkınmacı devlet modeli de iflas edecektir. Toplum, devletin projelerine inanmadı, bunların altında devlete yarayan fakat kendisini dışlayan gizli amaçlar aradı. Bu şartlar altında devletin güçlü olması çok zordu. Sonuçta devletin kendi projelerine toplumu ortak etmekte başarılı olmadığı muhakkaktır; bunda en önemli unsur, devletin yerleşik değil, aksine uzak ve kendi içine kapanık olması, potansiyel olarak kullanabileceği kurum ve örgütleri de düşman diye görmesi olmuştur. Yani nüfusun tümünün paylaştığı bir tavır vardır ki “devletin malı …” diye başlayan cümlede özetlenmekte-dir. Bu deyişin dile getirdiği ve cumhuriyet tarihinde sürekli gündemde hareket tarzı, devletten bir şeyler koparmak ve yasamsun oto kiralamama-mayı başarmak şeklinde ifade edilebilir. İşadamlarından gecekondu inşa edenlere, kaçak elektrik kullananlara herkes bu davranışa ortak olmuştur. Japonya, Kore ve diğer Doğu Asya devletlerinin tarihi tecrübeleri ile karşılaştırıldığında, Türkiye'deki devlet elitinin kalkınmacılıkta başarısız olmasının temel sebepleri; devlet elitinin toplumla kaynaşmış bir grup olmaması, toplum içinde olumsuz bir prestije sahip olması ve gerekli sosyolojik koşullara sahip olmamasıdır.42 Türkiye, Pakistan ve Latin Amerika'daki bazı ülkelerde rejimin iki merkezi güce sahip ğu söylenebilir. Genel oy ve serbest seçimlerden çıkan halk iradesinin ürünü parlamentolar sivil, silahlı güç durumundaki ordu ise güç odağı konumundadırlar. Dış ve iç dengeler üzerinde oluşturulan rejimin sürekliliği, bir tür nöbet değişimi ile mümkün olabilmektedir. 27 Mayıs rejimi ile bunun formülü keşfedilmiştir. Türk Anayasacılık hareketinde 23 Nisan 1920'de Büyük Millet Meclisi ile başlatılan ve 1921 ve 1924 Anayasalarında ifadesini bulan Parlamento üstünlüğü, 27 Mayıs 1960 darbesi ile pratikte ğu teoride de terk edilmiştir.43 1982 Anayasasının 'Başlangıç' kısmında da: “Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip belli devlet yetkilerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği ğu ve üstünlüğünün ancak Anayasa ve Kanunlarda bulunduğu” hususu ayrıca belirtilmiştir. “Türk Milleti, Egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle” kullanmaktadır. Olur olmaz pek çok konuda inanılmaz ayrıntıları Anayasa Metnini dran Anayasa yapıcının, yetkili organları tek tek saymaktan kaçınması ise ayrıca anlamlıdır. Egemenliği, en güçlü ın kullan-mak durumunda ğu bir ayrıcalık veya üstünlük şeklinde anlamak yanlış olsun?44 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in bir değerlendirmesi, acı da olsa, tarihi bir gerçeğin tespitidir: “1960, halkın elinden devleti alma hareketidir.”45 1960 darbesi, militarist söyleme devlet nezdinde hâkim bir pozisyon kazandırdı, 1961 Anayasası ise söz konusu militarist söylemin kurumsal temele oturmasını mümkün kıldı. Türklerin Orta Asya'da tarih sahnesine “bir ulus olarak değil bir ordu” olarak çıktığı ve Osmanlı'nın da zaten “başka her şeyden önce bir ordu” ğu, Türklerin çı bir toplum ğu, bu özelliğin “en az iki bin yıllık olmasından” ve “Türk milletini topyekûn ordu saymak gerektiğinden” bahsedilmiştir. Orduya ilişkin bu sunma biçimleri askeri müdahaleleri meşrulaştırmış ve onlara bir tarihsel süreklilik kazandırarak darbeleri normalleştirmiştir. Bu görme biçimi sorunlu bir argüman üzerinde kendisini kurar. Türk milletinin “millet-ordu” ya da “ordu-toplum” “vasfını tarihinin başlangıcından bugüne muhafaza” ettiği argümanı Cumhuriyet döneminde oluşturulan resmi devlet söyleminin akademik bir uzantısıdır. Batılı tarihçiler arasında da fazlasıyla yaygın bu bakış açısının, indirgemeci ve üstelik ideolojik bir yaklaşım ğu söylenebilir. 1960 darbesi, on yıllık iktidarı boyunca DP'nin izlemiş ğu politikalardan çok, DP'nin yönetim mantığı ve dayanmakta ğu kültür kodlarından rahatsızlık duyan kesimlerin, askerin yardımıyla yeni siyasi elitlerin tasfiye edilerek, eski yönetici bloğun iktidara taşınması süreci olarak okunmalıdır. DP dönüştürme sürecini yönetememiş, başarıyla tasfiye edemediği ya da ittifak kurmayı beceremediği bir bloğun darbesiyle devrilmiştir.46 Bu itibarla, 27 Mayıs 1960 darbesinin gerçekleştiği sorusu değil, hangi koşullar altındaki söylemler etrafında gerçekleştiği sorusu daha gerçekçidir. Konuya ilişkin literatürde darbenin lerine ilişkin üç temel argüman öne çıkmaktadır. Darbeyi yapan askerleri merkeze alan ilk argüman “orta alt sınıfa” mensup askerlerin Demokrat Parti'nin politikalarının ürünü yüksek memur ve iş adamları sınıfı karşısında ikincil konuma düşmeleri ve yaşanan yüksek enflasyonun gelirlerinde yol açtığı gerileme karşısındaki hoşnutsuzluğunu ileri sürer. İkincisi, 1950'lerde 43 1961 Anayasası Madde 4: “Egemenlik kayıtsız şartsız Türk Milletinindir. Millet, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanır.” Demokratik sistem açısından hem trajik hem ironik bu tablonun Anayasa Hukuku Profesörü Mümtaz Soysal'a göre tarifi; “1961 Anayasası, Türk Anayasacılığında 1920'den başlayarak sürüp bir eği büyük ölçüde değiştirmesi ve TBMM'nin egemenliği kullanan tek organ olmaktan çıkarılıp egemenliği kullanan 'organlardan biri' durumuna getirilişi demektir.” 44 Hikmet Özdemir; Rejim ve Asker, İz Yayıncılık, İstanbul, 1993, s. 211, 232. 45 Hikmet Özdemir; Türkiye Cumhuriyeti, İz Yayıncılık, İstanbul, 1995, s. 237. 46 Mete K. Kaynar (2010); s. 27, 54. bürokratlara yönelik olumsuz politikaların bir sonucu olarak darbenin sistemin yeniden restorasyonu ve bürokrat elite yeniden itibarlarını iade etme amacıyla gerçekleştiğini savunur. Üçüncü ve en yaygın görüş ise Demokrat Parti'nin otoriter uygulamaları ve yaşanan parlamenter krizin darbeye giden süreci hazırladığı ve darbenin “en dolaysız i” ğu şeklin r. Askeri müdahalenin yapılması ve militarist bir yönetimin kurulması noktasında bütün bu lerden daha kritik şey, ordunun politik ve sivil alana müdahale etmesini makul gören ve onaylayan bir söylemin darbe öncesinde gelişmeye başlamış olmasıdır. Bu bağlamda darbenin gerçekleştiği diliminde “ordu - üniversite - basın” üçlüsü denilen ve muhalefetin de etkin bir şekilde dâhil ğu militarist söylemsel ittifaka daha yakından bakmak gerekir.47 Demokrat Parti dönemi ve sonrasında, bürokratik seçkinler karşıtı siyasal seçkinler, “devletağırlıklı” siyasal rejimi, “toplum-ağırlıklı” değil fakat parti ağırlıklı siyasal rejime dönüştürmeye çalıştılar. “Siyasal parti-ağırlıklı siyasal rejim” ibaresi ile toplum katmanlarından büyük ölçüde özerk bir şekilde faaliyet gösteren parti sistemi kastedilmektedir. Osmanlı-Türk siyasal yapılanmasında siyasal etkinliğe sahip toplumkesimlerinin bulunmamış olması böyle bir siyasal parti sisteminin ortaya çıkışının idir. Bu kendine özgü durum, Türkiye'nin siyasal dinamiklerinin ussallık, ılımlılık ve ödün vererek uzlaşma normları çerçevesinde gelişmemesine ve aşırı çoğulculuk (çoğunluğun azınlığa hak tanımama) ve bürokrasiyi normalin ötesinde derecede araçsallığa dönüştürmeye çalışma eğilimlerini beraberinde getirmiştir. Bu durum, ülkenin siyasal hayatının krizler ile karşılaşmasına yol açmıştır. Türk siyasetçileri iktidarı mutlak olarak algılama eğilimindeydi, iktidarı elinde tutanın sınırsız yetkiye sahip ğu düşünülüyordu. Bu durum, bürokratik seçkinler merkezli siyaseti, parti merkezli siyasete dönüştürme çabalarının sonucu idi. Demokratların Atatürkçü düşüncenin bürokratik yorumuna alternatif sunamamaları, diğer bir deyişle, yıkmakla meşgul klarının yerine geçebilecek yeni bir adap oluşturamamaları, rejimin partide yapılanmış aşırı aşkıncılığa kaymasına katkıda bulundu. Feroz Ahmad'a göre: “Devlete yaslanmayı başaramayan Demokratlar, kendilerinin ve haleflerinin bir fetiş haline getirdikleri millî irade'yi kendilerine bir bayrak olarak aldılar. Demokratların 1950 - 1960 döneminde, ezici bir çoğunluğa sahip kları halde bütün bir on yıl boyunca muhalefetle uğraştıklarını anlamak zordur.” Nitekim Ahmad, bu durumun sonucu olarak Demokratların benimsedikleri stratejiyi şu şekilde belirtmiştir: “Bu… (millî irade anlayışı) Demokratları, devlet kurumlarını tamamen denetimleri altına alma ve yalnızca kendi amaçları için kullanma hakkına sahip kları sonucuna götürdü.48 Siyasal kültürümüze sinmiş muhalefete tahammülsüzlük, halka güvenmemek, birtakım gelişmeleri ülkenin tehlikeye doğru sürüklendiği şeklinde değerlendirilmesi ve siyasal elitin mevcut gelişmelerin ışığında geleceği iyi okuyamamaları ve buna uygun bir tavır sergileyememeleri darbelerin oluşumunda etkin rol oynamaktadır. Türk siyasal sisteminde merkez ile kenar arasındaki fay hattının karşıt değerler ve ilkeler üzerinde yükselmesi ve her iki kesimin temsilcileri arasında demokratik süreçlere ve değerlere öncelik tanıma konusundaki farklı tutumlar darbeyi beslemektedir. 27 Mayıs darbesinin ürünü 1961 Anayasanın siyasal iktidarın kullanılmasına ve millî iradeye, bürokratik güçlerle ordu ve aydınları ortak etmesi, paradoksal olarak demokrasinin gelişimi ile merkez güçler arasındaki çatışmayı ortaya koymaktadır. Bu demokrasinin üzerinde yükseleceği demokratik kültürü henüz içselleştirememiş toplumların demokrasiyi kurmaları elbette ki zor olmaktadır.49 47 Ali Balcı (2011); s. 37, 38, 39, 47, 48, 49. 48 Metin Heper (2006); s. 133, 150, 161, 162, 178, 189. 49 Davut Dursun (2001); s. 37. 18 Nisan 1960'da Ana Muhalefet Par-tisi Lideri İsmet İnönü'nün TBMM'de Demokrat Parti'nin muhalefeti sınır-landıran yasalar çıkarmasını eleştirdiği bir konuşmasın-da kullandığı ifadeler dikkat çekicidir. İnönü'nün konuşma-sının satır aralarına bakıldığında onun da DP'yi eski iktidar bloğuyla ittifak kuramamakla suçladığı görülebilir: Milletleri ihtilale nasıl zorladıkları İnsan Hakları Beyannamesine girmiş-tir. Eğer insan haklarını tanımaz, baskı rejimi kurarsa, o memlekette a-yaklanma olur… Eğer insan hakları yürütülmez vatandaş hakları zorlanır-sa, baskı rejimi kurulursa, ihtilal behemehâl olur… Bu yolda devam ederseniz, ben de sizi kurtaramam… Arkadaşlar şartlar tamam ğu milletler için, başka çıkar yol yoktur kanaati zihinlere ve bütün müesseselere yerleşirse, meşru bir hak olarak kullanılacaktır.50 Askerin sivil alana müdahalesini normalleştiren bu görme biçimi sadece darbenin hemen öncesi ile sonrasındaki süreci birbirine bağlayan söylemsel bir sürekliliktir. DEVAMI YARIN...

Devamını Okumak İçin Tıklayınız