TÜRKİYE’NİN YÜZ KARASI: DARBELER

Yayınlanma: 12.07.2013 06:17 Güncelleme: 12.07.2013 06:17

TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu Raporu.

GENEL DEĞERLENDİRME Darbe, siyasi iktidarın güç kullanılarak veya güç kullanma tehdidiyle, yasal olmayan yollardandeğiştirilmesidir. 1 Bu genellikle bir ülkedeki en örgütlü ve kapsamlı silahlı güç ordu veya onun desteklediği bir grup eliyle gerçekleştirilir. Darbeden sonraki düzen de aynı güç tarafından korunur, sürdürülür veya devredilir. Darbeler; insan hak ve hürriyetlerinin, hangi elin tuttuğundan asla emin olunmayan, bir silahın namlusuna asıldığı uygulamalardır. Darbeler sadece ülkelerin sosyolojisiyle oynamaz, tek tek bireylerin psikolojileri üzerinde yaptığı ağır tahribatlarla, insanları kişiliksizleştirir bu sayede tektipleştirir. Darbelerin bozuk adalet anlayışlarında zanlı veya suçlu yoktur, “düşman” vardır. “İç düşman” kavramı böyle bir zihniyetin gereği halka enjekte edilmiştir. “Sizi buraya tıkayan kuvvet böyle istiyor.” “Hainleri asmayıp da besleyecek miyiz?” “Bu bir tır, ta her iyi şeyler olmaz” “Siz bu lara, hukukçu kimliğinizle bakmayacaksınız” Hukuksuzluğun vücut bulduğu bu cümleler, Türkiye'nin darbeler tarihinde birer kara leke olarak yerlerini almışlardır. Uluslararası hukukta “düşman”ın durumu bile yasalar tarafından belirlenmiş ve belli hakları yargı güvencesi altına alınmıştır. Darbe yapanlar ile darbeye maruz samsun oto kiralamaların anlattıklarının doğası gereği subjektif olması olgunun anlaşılmasını zorlaştırmaktadır. Diğer yandan darbe, devrim, ihtilal denildiğinde Türkiye'de hemen her kesimde oluşmuş önyargılı bir algı ğu söylenebilir. Önyargı ve algı katılığı darbe konusunda algı ile olgu arasındaki makasın giderek açılmasına sebep olmaktadır. İnsanlar çoğu ihtilaller konusunda yanlış bilinen doğrular ile doğru bilinen yanlışlar arasında bir yerlerde bulunmaktadır. Bu anlamda temenni, arzu, nefret, sempati, antipati ya da önyargılar, gerçeği anlamanın önündeki en büyük engellerdir. Darbe ve ihtilalleri ideolojik referans kaynakları olarak kullanmaktan kaçınmak olgunun gerçeğini kavramak için ön şarttır. Asıl meydana olay ya da olayların kökenlerini, beslendiği damarları, kendisini meydana getiren tarihi müktesebatı ve leri anlayabilmektir. Sonuçların değil sebeplerin kavranması olgunun tekrarını önlemekte büyük katkı sağlar. Ak/kara, melek/şeytan, iyiler/kötüler ya da demokrat/diktatör bağlamı içinde olayları ele almanın, sorunu karşıt duygular arasına hapsederek anlamsız hale getirmekten öte bir yararı olmaz. 1 Darbe: Bir ülkede baskı kurarak, zor kullanarak veya demokratik yollardan yararlanarak hükümeti istifa ettirme veya rejimi değiştirecek biçimde yönetimi devirme işi.  Devrim: Yerleşik toplumsal düzeni değiştirme ve yeniden biçimlendirme; yavaş bir gelişme evrime karşıt olarak, toplumsal yaşayışta ve siyasal durumda birdenbire gerçekleştirilen, köklü ve temelli bir değişme.  İhtilal: Bir ülkenin siyasal, sosyal ve ekonomik yapısını veya yönetim düzenini değiştirmek amacıyla kanunlara uymaksızın cebir ve kuvvet kullanarak yapılan geniş halk hareketi, devrim. (Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlük). Darbe bir sonuçtur. Bütün sonuçlar gibi anların değil süreçlerin ürünüdür. Darbe ya da demokrasiye müdahale söz konusu ğunda hiçbir kurum, organ ya da kişinin masum olmadığı açıktır. Darbenin ı, mekânı ve şartları içinde mayalandığı tarihi müktesebat da önemlidir. Sosyal hareketleri kavrayabilmek için hangi sosyal, kültürel ve ekonomik laboratuvarda mayalandığının bilinmesi şarttır. 1. Türkiye'de Devlet Geleneği ve Demokrasi Doğu eğinin son mirasçısı ve temsilcisi Osmanlı rejimi, büyük Asya eğinin İslâmlaşmış türü olarak Batı'ya en çok yaklaşmış, hatta onun alanına girmiştir. Osmanlı devleti Batı eğinin kapı komşusu ğu halde, hatta tarihinin başında ondan etkilenmiş de ğu halde, batılılaşma anlamında çağdaşlaşması tarihinin sonuna dek olamamıştır. Hâlbuki Avrupa'dan çok uzakta , örneğin Japonya gibi bir Uzakdoğu ülkesi için bu çabuk ve kolay olmuştur. Osmanlı, bir siyasal güç ve örgüt olarak sömürgecilik aşamasına varan Avrupa devletlerinin işgali altına girmemiş ğundan, rejiminin ekonomik yanları bozulduğu halde siyasal yanları bozulmamıştır. Avrupa devletleri Osmanlı ekonomisini kendi çıkarlarına göre değiştirme isteğinden hiç şaşmadıkları halde onun siyasal ve kültürel anlamda çağdaşlaşmasıyla hiç ilgilenmedikleri gibi iç işlerine karıştıkları larda da bunu yapmayı istememişlerdir. Çağdaşlaşmış bir devletin siyasası altındaki bir toplumun ekonomisine hükmedemeyeceklerini biliyorlardı. Bu paradoks, Türkiye'nin çağdaşlaşma sürecinde yaşadığı zikzakların bir açıklaması niteliğin r.2 Militarizm, Soğuk Savaş ve Uluslararası Sistemin Darbelerdeki Rolü Demokratikleşemeyen Cumhuriyetin önündeki en büyük engelin adı militarizmdir. Militarizm ve militaristleşme, askeri değer ve pratiklerin yüceltilmesi ve sivil alanı şekillendirmesi olarak tanımlanır. Bu şekillendirme süreci bazen darbe dönemlerinde ğu gibi ordu veya askeri kesimin militaristleşme süreçlerinde doğrudan etkin bir rol oynamasıyla gelişirken bazı durumlar da öznesi belli olmayan, sivillerin aktif katılımı ve rızasını içeren süreçlerle yaygınlaşır. Bu bağlamda militaristleşme kültürel, kurumsal, ideolojik ve ekonomik boyutları içermektedir. Bu boyutların bütünüyle işlediği bir yerde bireyler ve toplum askeri varsayımları, sadece değerli değil, normal olarak da görmeye başlar. Söz konusu normalleştirme süreci bilinçli bir politikayı gerektirdiği , aynı da bu söylemin kusursuz işleyebilmesi, arkasını büyük bir sessizliğe dayamasıyla mümkündür. Diğer bir ifadeyle militarizmin etkinliğini mümkün kılan en önemli saiklerin başında militaristleşme süreci karşısındaki entelektüel, politik, ekonomik ve toplumsal düzlemde işleyen birçok sessizliğin varlığı gelir. Bu bağlamda 1960-1983 arası dönemde militarist söylemi hâkim kılan şey sadece militarizmin sivil alanı kontrolü altına alması değil aynı da bu kontrole yönelik ciddi bir itirazın gelişmemiş olmasıdır. “Metodolojik militarizm” olarak tanımlanabilecek bu kabul biçimi iyle özellikle 1980'lerin sonuna ordunun sivil alandaki nüfuzuna yönelik ciddi bir eleştirel analiz yoksunluğu ve militarizm ile militaristleşme tartışması eksikliği vardır. Soğuk Savaş dönemi olarak adlandırılan 1947-1987 arası yıllar, militaristleşen devlet sistemlerinin sayısının katlanarak arttığı dönemdir. Militarizm özellikle az gelişmiş ülkelerde askeri müdahaleler ya da ordunun politik alanı dolaylı kontrolü yoluyla dönemin karakteristiği halini alırken, militaristleşme daha çok gelişmiş ülkelerde etkin bir söylem biçimi olmuştur. Samuel P. Huntington, otoriter tek partiye, askeri veya kişisel diktatörlüğe dayalı rejimlerden çok partili demokratik düzene geçişi, tarihsel süreç içinde üç ana dalgada değerlendirmektedir. Demokrasiye geçişte Amerikan ve Fransız devrimleri önemli birer 2 Niyazi Berkes; Türkiye'de Çağdaşlaşma, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2011, s. 34. dönüm noktaları olmuşsa da Birinci Demokratlaşma dalgası ancak 1828 yılında ABD'de başlamıştır. 19. yüzyılın bitmesinden önce İsviçre, aşırı İngiliz dominyonları, Fransa, Büyük Britanya ve Bazı küçük Avrupa ülkeleri demokrasiye geçmişlerdir. 1920'lerde sona ermiş bu dalgayı bir geriye dönüş dalgası izlemiştir. Diğer taraftan İkinci Dünya Savaşından sonra başlayan ve nispeten kısa süren İkinci Demokratlaşma Dalgası süresince Müttefiklerin işgaline giren İtalya, Almanya, Japonya, Avusturya ve Kore'de demokratik kurumlar teşvik edilmiş, Türkiye ve Yunanistan'da çok partili hayata geçilmiş; Güney Amerika'da Uruguay, Brezilya, Kosta Rika, Arjantin, Peru, Kolombiya ve Venezüella'da seçimlere dayalı sistemler kurulmuştur. Asya'da da bazı gelişmeler gözlenmiş ve bu süreç 1960'ların başında tersine dönmüştür. Üçüncü Demokratlaşma Dalgası ise 1974 yılında Portekiz diktatörlüğünün sona ermesiyle başlamış ve bu süreçte pek çok ülkede demokratik sistemler kurulmuştur. Halen devam etmekte Üçüncü Dalga Orta ve Doğu Avrupa'yı derinden etkilerken henüz İslâm dünyası ile Konfüçyüs kültürünün etkisindeki Çin'i pek fazla etkisi altına almış değildir. Üçüncü Dalganın ne sona ereceği ve bir geri dönüş dalgasının başlayacağı belli değildir. Huntington'un analizine göre Türkiye ikinci Demokratlaşma Dalgası sırasında çok partili demokrasiye geçmiş ve demokrasiyi işletme konusunda ciddi geriye dönüşler yaşamıştır.3 1960'larda ve 1970'lerde demokrasilerden küresel düzeydeki uzaklaşma, çarpıcı nitelikteydi. 1962'de dünyada 13 yönetim hükümet darbeleri ürünüydü. 1975'de bunların sayısı 38 . 1958'de dünyadaki 32 işler demokrasiden üçte biri, 1970'ler boyunca rejim değişikliklerinin en yaygın yöntemi olarak işleyişe girmiş ve Eric Hobsbawm'ın “askeri hükümetlere yönelik görülmemiş bir global moda” olarak adlandırdığı süreç yaşanmıştır. Militarizmin hâkim söylem halini almasında askeri müdahaleler olmaksızın politik ve sivil alanın bizzat kendisinin militarist bir söylem geliştirmesi de bu dönemde etkili olmuştur. Bu da demokratik rejimlerin varlığına rağmen militarist söylemin dönemin hâkim söylemine nasıl dönüştüğünü açıklıyor.4 Demokrasinin tarihi, Huntington'a göre yavaş ve kesintisiz bir ilerleme olmayıp, ilerleyen, geri çekilen, sonra toplanan ve tekrar yükselen bir dalgalar dizisidir. Huntington'a göre, geçmişte olup bitenlerden kalkarak, demokrasinin gelecekte pekiştirilmesini ve yaygınlaşmasını etkileyen en belirleyici etkenler; ekonomik kalkınma ve siyasal önderliktir. Demokrasiyi, ekonomik kalkınma mümkün kılar; siyasal önderlik ise gerçek kılar.5 Klasik Militarizmlerde ordunun bizzat yönetime el koyması gerekmez. Ordu, militer ideoloji ve değerler, devlet aygıtının işleyişine ve özellikle eğitim sistemine nüfuz ettiği için hükümet kadrolarının sivilliği ve hatta ortada çok partili bir rejimin olması sorun yaratmaz. Ordu gündelik politikanın içinde asla görünmez. Ordu komuta 'kast'ı, organik bir parçası ğu aristokrasinin sivil siyasi parti veya kadroları ile arasındaki iş bölümü ve hiyerarşi kuralları uyarınca, siyasi çatışma alenen silahlı mücadeleye dönüşünceye sahneye çıkmaz. DEVAMI YARIN...

Devamını Okumak İçin Tıklayınız