GRAFİKLİ - COP’un 30 yıllık tarihi büyük krizlere ve kritik anlaşmalara sahne oldu

Yayınlanma: 08.11.2025 12:50 Güncelleme: 08.11.2025 12:50

Brezilya'nın Belem kentinde bu yıl COP30 adıyla düzenlenecek BM İklim Zirvesi'nin 30 yıllık tarihi boyunca, Paris İklim Anlaşması başta olmak üzere, önemli belgelere imza atılırken yaşanan krizler, verilen taahhütler, açıklanan iklim ve emisyon hedefleri, zirvelerin gündemlerini şekillendirdi.

Brezilya'nın Belem kentinde bu yıl COP30 adıyla düzenlenecek BM İklim Zirvesi'nin 30 yıllık tarihi boyunca, Paris İklim Anlaşması başta olmak üzere, önemli belgelere imza atılırken yaşanan krizler, verilen taahhütler, açıklanan iklim ve emisyon hedefleri, zirvelerin gündemlerini şekillendirdi.   Kısa adı COP (Conference of the Parties/Taraflar Konferansı) olan ve iklim kriziyle mücadelede durum değerlendirmeleri yapmak ve bu değerlendirmeler sonucunda gereken kararları almak üzere her yıl farklı bir ülkede düzenlenen BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) Taraflar Konferansı'nın 30’uncusu (COP30), 10-21 Kasım tarihlerinde Brezilya'nın Belem kentinde düzenlenecek. AA muhabiri, 1995 yılındaki ilk COP zirvesinden bu yana yapılan toplantılarda alınan önemli kararları, atılan adımları, yaşanan krizleri ve verilen taahhütleri derledi. COP1 zirvesi, Almanya'nın başkenti Berlin'de dönemin Almanya Çevre Bakanı Angela Merkel'in başkanlığında, 117 taraf ve 53 gözlemci ülkenin katılımıyla gerçekleşti. Zirvenin odağında iklim değişikliğine karşı mücadeleyi artırmayı hedefleyen küresel bir müzakerenin başlatılması vardı. Bu mücadelenin hayata geçebilmesi için gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin farklı uygulamalara yönelmesi yönündeki öneriler, sonraki yıllarda giderek yoğunlaşacak birçok tartışmanın da zeminini hazırladı. Gelişmekte olan ülkeler, geçmişteki yoğun sanayi faaliyetleri nedeniyle iklim krizinden gelişmiş ülkeleri sorumlu tutarken başta ABD olmak üzere bu ülkelerin emisyon azaltımı konusunda kendilerine daha fazla sorumluluk yüklemesine karşı çıktı. Taraflar arasındaki gerilimi azaltmak için önerilen çözüm, gelişmiş ülkelerin kendi emisyonlarında köklü değişiklikler yapmaları yerine, gelişmekte olan ülkelerin sürdürülebilir büyümelerini destekleyecek çeşitli yardımlar sağlamaları yönündeydi. Bu öneri, hazırlanması uzun yıllar sürecek çeşitli iklim fonlarının da temelini oluşturdu. - Kyoto Protokolü ve ABD'den ilk itiraz İsviçre'de yapılan COP2 zirvesinde, ABD ilk kez bağlayıcı emisyon azaltımının gerekliliğini kabul etti. Taahhütlerin yalnızca gönüllülük esasına dayanması, hedeflere ulaşmanın zorluğunu ortaya koydu. Bu durum, "yasal bağlayıcılık" konusunu Japonya'nın Kyoto kentinde düzenlenen COP3'ün ana gündem maddesi haline getirdi. Zirve sonunda sunulan Kyoto Protokolü, gelişmiş ülkelere 2012'ye kadar sera gazı emisyonlarını yüzde 5 azaltma yükümlülüğü getirdi. Çin’in de aralarında bulunduğu gelişmekte olan ülkelerin ise yalnızca yıllık emisyon envanteri sunmaları yeterli görüldü. Bu duruma itiraz ederek karşı çıkan ABD, Kyoto Protokolü'nü COP4’te kabul etti. COP5’te protokolün uygulama ayrıntıları belirlenirken COP6’da ABD dışındaki tüm ülkeler protokolün mekanizmaları üzerinde uzlaştı. Emisyonlarını azaltması gereken ABD, zirve tarihinin ilk büyük krizine yol açarak Kyoto Protokolü'nden çekildi. Dönemin ABD Başkanı George W. Bush, çekilme kararını "Amerikan halkının ve işçilerinin refahını korumak için görevlendirilmiş Amerikan Başkanı olarak, milyonlarca vatandaşımızı işsiz bırakacak çürük bir uluslararası anlaşmaya milletimizi teslim etmeyeceğim." sözleriyle duyurdu. COP7, COP8 ve COP9, Kyoto Protokolü'nün teknik ayrıntıları ve tarafları nihai bir küresel anlaşmaya ikna etmeye çalışmakla geçti. 2004'e gelindiğinde, yeterli sayıda gelişmiş ülke onaylamadığı için Kyoto Protokolü hala yürürlüğe girmemişti. Sorun, Rusya’nın 18 Kasım 2004’teki onayıyla çözüldü ve bu onay, Arjantin'in başkenti Buenos Aires’te gerçekleşen COP10’un en önemli gündem maddesi oldu. COP11, COP12, COP13 ve COP14 zirveleri, Kyoto Protokolü'nü kabul etmeyen ülkelerle müzakereler, emisyon azaltım çabaları ve çeşitli fon çalışmalarına odaklandı. - İklim fonları için bir dönüm noktası: Kopenhag Mutabakatı Kyoto Protokolü'nün birinci taahhüt döneminin 2012’de sona ermesinin ardından, yerine geçecek yeni küresel iklim anlaşmasının kapsamını tartışmak üzere toplanan COP15, yoğun katılımla gerçekleşti. Zirve sonunda iklim fonları için bir dönüm noktası olarak kabul edilen Kopenhag Mutabakatı kapsamında gelişmiş ülkeler 2020'ye kadar, gelişmekte olan ülkelere emisyonlarını azaltmaları ve iklim krizine karşı dirençlerini artırmaları için yıllık 100 milyar dolar sağlama taahhüdünde bulundu. 2010'da yapılan COP16’da taraflar sanayi öncesi seviyelere göre küresel ısınmayı 2 derece ile sınırlandırmayı amaçlayan Cancun Anlaşmaları'nı kabul etti. COP17 ve COP18'deki görüşmeler, Dünya Bankasınca hazırlanan ve küresel ısınmanın 2100 yılına kadar 4 dereceyi bulacağını öngören raporu doğrultusunda şekillendi. Taraflar, Kyoto Protokolü'nün ikinci dönemini ve yasal bağlayıcılığı olan yeni bir anlaşmayı müzakere ederken Paris Anlaşması’nın temelleri de bu müzakereler sırasında atıldı. COP19'da, iklim değişikliği kaynaklı aşırı hava olaylarının yol açtığı zararlar ele alındı. Taraflar, bu kapsamda Varşova Uluslararası Kayıp ve Zarar Mekanizması'nın kurulmasına karar verdi. - Paris İklim Anlaşması ve 1,5 derece hedefi Fransa'nın başkenti Paris'te 2015'te düzenlenen COP21, yıllardır süren görüşmelerin ardından somut bir hedef belirlenmesi beklentisiyle toplandı. Zirve sonunda bu beklenti karşılık buldu ve 196 ülkenin katılımıyla, 1997’den bu yana iklim değişikliğine ilişkin tüm ülkelere yasal bağlayıcılık getiren ilk uluslararası belge olan Paris İklim Anlaşması imzalandı. Anlaşma, yaklaşık bir yıl sonra, 189 ülkenin onayıyla yürürlüğe girdi. Küresel ısınmayı 2 derecenin altında tutmayı, mümkünse 1,5 derecede sınırlamayı hedefleyen anlaşma, bu hedefe ulaşmak için ülkeleri en kısa sürede emisyon azaltım planlarını içeren Ulusal Niyet Beyanlarını (NDC) sunmaya çağırıyordu. 2016'da Fas’ın Marakeş kentinde düzenlenen COP22'nin gündemi Paris Anlaşması’nın uygulanmasını hızlandırmaktı, ancak kısa bir süre önce ABD Başkanı seçilen Donald Trump'ı iklim değişikliğinin gerçek olduğuna ikna etme çabaları zirvenin ana gündem maddesini gölgede bıraktı. İklim değişikliğine inanmadığını defalarca belirten ve COP zirvelerine mesafeli duran Trump, bir yıl sonra düzenlenen COP23 öncesinde ABD'nin Paris Anlaşması’ndan çekilmesini öngören kararnameye imza attı. 2018'deki COP24’te taraflar, Paris Anlaşması'nın 2020'de yürürlüğe girecek maddelerine nihai hallerini verme amacıyla toplandı. COP25'in gündemi, Paris Anlaşması kapsamında piyasa mekanizmaları ve işbirliği faaliyetlerini tamamlamaktı. Karbon ticareti, uzun vadeli finansman ve şeffaflık konuları çözülmemiş sorunlar arasında yer alıyordu. Kovid-19 salgını nedeniyle bir yıl ertelenerek 2021'de düzenlenen COP26'nın gündeminde, sera gazı etkisiyle küresel ısınmayı artıran metan emisyonlarının azaltılması vardı. O yıl göreve başlayan ABD Başkanı Joe Biden, Paris Anlaşması'na yeniden katıldıklarını ve 2030’a kadar metan emisyonlarını yüzde 30 azaltma taahhüdünde bulunduklarını açıkladı. Bir COP zirvesinde ilk kez küresel ısınmayı artıran kömür kullanımı tartışıldı ve özellikle Çin ve Hindistan'a kademeli olarak fosil yakıt kullanımını azaltmaları çağrısı yapıldı. COP27'nin ana gündemi kayıplar ve zararlar olsa da zirvede daha çok Rusya-Ukrayna Savaşı sonrası ortaya çıkan enerji ve gıda krizi konuşuldu. Birleşik Arap Emirlikleri'nin (BAE) Dubai kentinde 2023 yılında düzenlenen COP28'de, iklim krizine karşı savunmasız ülkelerin kayıpları ve zararları için yeni fonlar oluşturulması gündeme geldi. Zirve sonunda, BAE’nin 100 milyon dolarlık katkısıyla birlikte taahhüt edilen toplam miktar 700 milyon dolara ulaştı. Ayrıca ilk kez bir COP zirvesinin sonuç bildirgesinde fosil yakıtlara atıfta bulunularak 2050 net sıfır hedefi için fosil yakıtlardan adil ve hızlı şekilde uzaklaşma çağrısı yapıldı. - COP29 "Finans COP'u" oldu Azerbaycan'ın başkenti Bakü'de düzenlenen COP29'un ana gündemi, iklim eylemi için Yeni Toplu Nicel Hedef’in (NCQG) belirlenmesiydi. Zirve sonunda NCQG hedefi üzerine yayımlanan sonuç bildirgesinde, gelişmekte olan ülkelerin Ulusal Katkı Beyanları (NDC) raporları referans gösterilerek bu ülkelerin ihtiyaç duyduğu iklim finansmanının 2030'a kadar yıllık 455 ila 584 milyar dolar, toplamda ise 5,1 ila 6,8 trilyon dolar olduğu kaydedilse de 2035'e kadar yıllık en az 300 milyar dolar fon hedefi duyuruldu. Gelişmiş ülkeler ile iklim krizi karşısında savunmasız ülkeler arasındaki uçuruma dikkat çekilen bildirgede, en az gelişmiş ülkeler ile küçük ada devletlerinin iklim mücadelelerindeki ihtiyaçlarının desteklenmesinin önemi vurgulandı. Ancak finansman tutarının beklentilerin altında olması, katkıların gönüllülük esasına dayanması ve bazı kalemlerin kredi şeklinde belirlenmesi gelişmekte olan ülkelerin tepkilerine yol açtı. Zirveden sonra iklim değişikliğiyle mücadele alanında yaşanan en büyük kriz, ikinci kez ABD Başkanı seçilen Donald Trump'ın göreve başlar başlamaz ülkesini Paris Anlaşması'ndan bir kez daha çekmesi oldu. Washington yönetimi, BM'ye gönderdiği bir mektupla 27 Ocak 2026'dan itibaren Paris İklim Anlaşması'na taraf olmayacağını iletti. İklim krizine inanmadığını defalarca dile getiren Trump, Paris Anlaşması'ndan çekilirken bir kez daha ekonomik gerekçeleri öne sürdü. Bu yıl düzenlenecek COP30'un ana gündem maddelerinin başında Amazon Ormanları'nın korunması ve ülkelerin 2025 sonuna kadar sunmaları gereken NDC'ler yer alıyor.

Devamını Okumak İçin Tıklayınız